İslam Davası
Bizlere bu davayı öğreten ve onunla şereflendiren Allah’a hamd, kıymetli ömrünü bu davaya adamış olan Rasûlüne salât ve selam olsun.
Bizlere bu davayı öğreten ve onunla şereflendiren Allah’a hamd, kıymetli ömrünü bu davaya adamış olan Rasûlüne salât ve selam olsun.
Ve yine Allah’ın
selamı, rahmeti ve bereketi; tarihten bu güne bu dava uğrunda her türlü fedakârlıktan
kaçınmamış olan âlimlerimizin, salihlerimizin ve şehitlerimizin üzerine olsun.
Yüce Rabbimiz,
göndermiş olduğu dinler ile daima insanlığın huzur ve mutluluğunu dilemiştir. Allah’ın
sonsuz ilmi ve hikmetli iradesi ile vaaz ettiği ahkâmının ana gayesi, fertlerin
ve toplumun maslahatıdır. Buna göre İslam toplumlarında adalet ana esastır.
Allah’ın hükümlerinin hâkim olmadığı toplumlarda adaleti hakkıyla tesis etmenin
imkânı yoktur. Adaletin olmadığı yerde ise zulüm olacaktır. Yaratıcının tüm
insanları eşit görerek koyduğu kanunlar, zengin fakir, güçlü zayıf ayırt
etmeden her konuda adaleti esas alırken, insanların idaresinde nefisler ve
menfaatler devreye girer. Bu şekilde; güçlülerin zayıfların hakkına tecavüz
ettiği, insanın fıtratına uygun olmayan hükümlerle toplumun dengesinin
bozulduğu ve emniyetin sarsıldığı bir toplum meydana gelir.
İşte; İslam davası, toplumda
güçlü olduğu için azgınlık ve zulüm yapanları engelleme ve mazlumların hakkını alma
davasıdır.
İslam davası;
güçlülere adaleti ve merhameti öğretme davasıdır.
İslam davası;
üstünlüğün malda, makamda, ırkta değil sadece takvada ve Allah’a itaate
olduğunu öğretir.
İslam davası; basit
menfaatler uğrunda yapılan haksız mücadelelerle insanların canlarını, kanlarını
heba edenleri durdurmanın, faizle, sömürüyle gasp edilen malları koruma altına
almanın, bu şekilde toplum emniyetini sağlamanın mücadelesini vermek demektir.
İslam davası; aklın
ve neslin emniyetini sağlayarak sağlıklı bir toplum yetiştirmeye çalışma
davasıdır.
İslam davası; Allah’ın
hâkimiyetini kabul etmeyerek kendi hâkimiyetlerini sürdürmek isteyenlere karşı
Allah’ın hâkimiyeti uğrunda mücadele etmenin adıdır. Çünkü Allah göklerin de
yerlerin de hâkimidir. O’nun hâkimiyeti göklere, yerlere, bitkilere, hayvanlara
ve tüm kâinata nasıl düzen, huzur ve adalet getiriyorsa, göndermiş olduğu din
ile insanların hayatına da düzen, adalet ve huzur getirmeyi hedeflemiştir.
Kur’an-ı Kerim
insanın yaratılış gayesini anlatırken, insanın yeryüzüne gönderiliş sebebinin
bu kutsal vazifeyi yüklenmek olduğunu ifade etmektedir. Allah Celle Celâluhu insanı yaratma kararını
meleklerine bildirirken “Ben yeryüzünde
bir halife yaratacağım” 1 buyurmuştu. Bu ifade ile insanın
yeryüzünün düzenini korumakla mükellef olduğunu bildirmekteydi. İnsandan kasıt
ise elbette ki bu mes’uliyeti kabul etmiş ve Rabbinin emrine teslim olmuş olan Müslüman’dır.
Bu durum şunu
gösterir ki Rabbinin emrine teslim olmayarak, nefsini ve menfaatlerini esas
alan kâfir ve fasık insanlar ile Müslüman arasında daima sürecek olan bir
mücadele olacaktır. Onlar, kendi arzuları uğrunda insanlığı ve yeryüzünü ifsat
etmektedirler. Müslümanın vazifesi ise, insanlığı yeniden kurtuluşa erdirmenin
mücadelesini vermektir.
Peygamberlerin
gönderiliş gayesi de budur. Ona tabi olanlar da bu sancağı teslim almış
olanlardır. İslam, böyle bir vazifede kadın erkek ayrımı yapmaksızın, Müslüman
olan, aklı olan ve gücü yeten her Müslümanı mükellef kılar.
“İman edenler Allah yolunda savaşırlar; inkâr edenler
ise tağut yolunda savaşırlar. Öyleyse şeytanın dostlarıyla savaşın. Hiç
şüphesiz, şeytanın hileli düzeni pek zayıftır.” 2
Özellikle İslam’ın zayıf, düşmanlarının ise çok
olduğu günlerde İslâm'ın yükselmesi, korunması ve yayılması için her türlü
çalışmada bulunmak, gayret sarfetmek kadın erkek her Müslümanın birinci
derecede vazifesidir. Bu gayret İslam’da cihad olarak isimlendirilmiştir.
Cihadın ana gayesi ise, insanları zalimlerin baskılarından kurtarmak, İslâm'ın
yüce gerçeklerini onlara duyurmak ve kendi rızalarıyla Müslüman olabilecekleri
ortamları hazırlamaktır.
Bu gayret gerçekleştirilirken erkeğe ayrı kadına
ayrı sorumluluklar düşmektedir. İslam’dan önce kendilerine hiçbir kıymetin
verilmediği bir toplumda yaşayan kadınlar, İslam’ın rahmeti ve adaleti ile
gerçek kimliklerine ulaşmış ve bu mücadelenin bir neferi olmuşlardır.
Allah Rasûlü döneminde, İslam davetinin başladığı
ilk günlerden itibaren Müslüman kadın davanın içindeki yerini almıştır.
Peygamberimiz zamanındaki müşrikler, zulmederken kadın erkek ayırt etmemişlerdi.
Zalimlerin başında gelen Ebu Cehil’in imanından dolayı işkence yaptıkları
arasında yaşlı bir kadın olan Hz. Sümeyye’de vardı. İslam’ın ilk şehidi olma
şerefine nail olan Hz. Sümeyye, zalimler karşısında imanının izzetini göstermiş
ve bir kadının inancı uğrunda ne kadar fedakâr olabileceğini tüm dünyaya
ispatlamıştır.
İslam, kadının fıtratını göz önünde bulundurarak
ona mes’uliyetler yükler. Yüce Allah, erkeğe nispetle daha zayıf bir
yaratılışla yaratmış olduğu kadını, gerek ailevî, gerekse toplumsal
vazifelerinde gücü nispetinde görevlendirmiştir. Ama toplumun gidişatından
kadını da erkeği de mes’ul tutmuş ve yaptıkları salih ameller bakımından her
ikisini de eşit görmüştür. "Erkek veya kadın, mümin olarak, kim yararlı işler yaparsa işte onlar
cennete girerler, kendilerine zerre kadar zulmedilmez." 3
Buna rağmen Kur’an-ı
Kerim’de ayetlerin genel olarak erkekleri muhatap alır bir üslup ile gelmesi, Efendimiz
zamanındaki kadınlarında dikkatini çekmişti. Bir gün Nuseybe Radıyallahu Anha
Efendimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem’e
gelerek “Ey Allah’ın Rasûlü, her şeyin erkeklere ait olduğunu görüyorum. Kadınların
bir konuda zikredildiklerini görmüyorum” dedi. Bunun üzerine Allah-u
Teala Hazretleri erkeklere ait olduğu özellikle belirtilmeyen tüm meselelerde
kadınlarında muhatap olduğunu bildiren şu ayetini indirdi. "Doğrusu teslim olan erkekler
ve kadınlar, iman eden erkekler ve kadınlar, boyun eğen erkekler ve kadınlar,
doğru sözlü erkekler ve kadınlar, sabırlı erkekler ve kadınlar, gönülden
bağlanan erkekler ve kadınlar, sadaka veren erkekler ve kadınlar, oruç tutan
erkekler ve kadınlar, iffetlerini koruyan erkekler ve kadınlar, Allah'ı çok
anan erkekler ve kadınlar, işte Allah bunların hepsine mağfiret ve büyük ecir
hazırlamıştır." 4
Bu ayetin hemen ardından gelen ayette ise; Allah ve
Rasulünün emirlerine uymak ve isyan etmemek konusunda erkekle kadının eşit
olduğu ifade edildi. "Allah ve Rasulü bir şeye hükmettiği zaman, erkek ve kadına artık
işlerinde başka yolu seçmek yaraşmaz. Allah'a ve peygambere baş kaldıran
şüphesiz apaçık bir şekilde sapmış olur." 5
Gerek bu gibi ayetler,
gerekse Allah Rasulü Sallahu Aleyhi ves-
Sellem’in kadınlara yaptığı özel hitaplar sonucu toplumdaki konumlarını iyi anlayan ilk
Müslüman kadınlar Mekke ve Medine'de ağır ve büyük hizmetleri yüklenmekten
kaçınmamışlardır. Hatta askerî ve siyasî işlerde erkeklere yardımcı
olmuşlardır. Savaşlarda hemşirelik mesleğini ilk defa kurarak, yaralı
mücahidleri tedavi etmek, su taşıyıp içirmek, yaralarını sarmak ve yaralıları
Medine'ye kadar taşımak gibi fedakârlıklarda bulunmuşlar, mücahidlerin yanında
onlara destek ve cesaret vermişlerdir. Hatta Hz. Safiye ve Nuseybe Radıyallahu Anha gibi, Uhud Savaşının en
çetin anında, Allah Rasûlünü korumak uğrunda kendi canlarını hiçe sayarak kılıç
bile kullanmışlardır. Günlük hayatta ise bu dini en güzel bir şekilde
yaşayabilmek için eşlerinin en büyük destekçisi, çocuklarının ilk öğretmenleri
olmuşlardır. Bunların misalleri hadis kitaplarımızda geçmektedir.
İslam’dan önceki toplumlarda, kadın birçok konuda hak sahibi sayılmıyor
hatta Allah’a ibadette bile erkekle eşit görülmüyordu. Ali İmran Sûresinde
bahsedildiği üzere, karnındakinin erkek olacağını umduğu için onu Allah’a,
mabede adayan Hanne, kız doğduğunu görünce üzülmüştü. Çünkü kız çocuklarının
adağı kabul edilmiyordu. Fakat o, yine de sözünü yerine getirebilmenin
mücadelesini vererek kızını mabede yerleştirdi. O, belki ilk anda Allah’ın ona
neden erkek çocuk vermediğini anlayamadığı için üzülmüştü. Fakat Allah Azze ve Celle onunla, bu davaya sadece
erkeklerin değil kadınlarında adanabileceğini ve yeni nesillerin tertemiz
annelerden doğmasının ne kadar önemli olduğunu göstermek istemişti. Rabbimiz bu
hadiseyi Kur’an-ı Kerim’de de anlatarak bu ümmetin kızlarının da ibadette, gayrette,
eğitimde iffetini muhafaza ederek elinden geleni yapması gerektiğini bizlere de
öğretmiştir. Ve ümmeti Muhammed’in anası
olacak mü’mine hanımların, Hz Meryem gibi İslamî bir eğitimle ilim ve takva
sahibi olmasını, bu şekilde günahtan korunmuş tertemiz annelerden tertemiz
nesiller doğmasını istemiştir.
Buna göre kadının aile içerisindeki vazifesinin önemi büyüktür. Ancak bu,
onun toplumda başka görevlerinin olmasına engel değildir. Bu durum kadının her
iki tarafın da dengesini kurmasını gerektirir. Mes’uliyetlerini yerine getirirken, yine sorumlu
olduğu çocuklarının bakımı ve eğitimini önemsemelidir. Eşine karşı vazifelerine
de gücü yettiğince riayet ederek, toplumsal sorumluluklarını yerine getirirken
aile huzurunun bozulmasına müsaade etmemelidir. Bu durumda Müslüman kadının eşi
de, hanımının evinden olduğu gibi toplumun kötü gidişatından da mes’ul olduğunu
bilmeli ve her ikisi de karşılıklı yardımlaşmaya dönük bir anlayış
geliştirmelidirler.
Bu gün Müslüman kadının vazifesi sadece kendi çocuklarını yetiştirmek
değil, aynı zamanda öncü bir nesil yetiştirmektir.
O, öncü bir neslin doğması, eğitilmesi, güçlenmesi için; aklını,
zekâsını, bedensel gücünü hatta gerektiğinde malını ortaya koymaktan
çekinmemelidir. Bunun için o; öncelikle kendini sonra çocuklarını, daha sonra ümmetin
çocuklarını, ümmetin annelerini ve ablalarını yetiştiren olmalıdır. Bu sebeple
Allah Rasûlü kadınların eğitimine ayrı bir önem göstermiş ve Medine’de,
kadınların da talebi üzerine onlarla ders yapabilmek için özel bir gün tahsis
etmiştir.
Kettânî’nin verdiği bilgiye
göre Sahabe, Hazreti Ömer’in halifeliğinden önce kardeşlerini ve kızlarını
okutur, sonra da onları okutucu olarak vazifelendirirlerdi ve bu zincirleme
olarak devam ederdi. Daha sonra, Hazreti Ömer okullar açtırarak çocukların
eğitim ve öğretimi için görevliler tayin etti.6 Sahabe nesli de
Peygamberini örnek alarak kadın ve çocukların eğitiminin önemini anlamıştı. Muhterem Hocamızın da ifade ettiği gibi; “Toplumun bir kanadı kadın diğer kanadı
erkektir. Nasıl ki kuş iki kanatla uçarsa toplumda ancak iki kanadını da
kullandığında yükselebilir.”
Müslüman kadın, İslam davası uğrunda gayret sarfederken
önünde bir takım engeller olacağını da unutmamalıdır. Bazen eşi, çevresi bazen
çocuklarına olan sevgisi, bazen dünyanın aldatıcı süsü ve çoğu zaman da
kuvvetli nefsî arzuları önüne çıkabilir. Zaafiyetlerinin farkında olup onlarla
mücadele edebilmeyi öğrenmelidir.
Her Müslümanın önündeki engelleri aşabilmesinin yolu; öncelikle Allah
sevgisi ve Rabbiyle sağlayacağı irtibattır. Allah sevgisi Müslümanın güç
kaynağı olmalıdır. Sonra davasının haklılığına olan inancı ve toplumunun yanlış
gidişatından duyduğu rahatsızlık onu gayrete yönlendirir.
Mü’min kadın da bu duruma kaygısız kalmamalı ve elinden ne geliyorsa
davası uğrunda ortaya koymalıdır. İslam âleminin içinde bulunduğu bu zor günler
elbette ki kadın-erkek, genç-yaşlı demeden ümmetin her ferdinin el birliği ile
gösterdiği gayretle sona erecektir. Yüce Rabbimden, gayretlerimizi katında
kabul buyurmasını ve İslam âleminin üzerindeki kara bulutların dağıldığı
günleri görmeyi bizlere nasip etmesini temenni ediyorum. Allah’a emanet olunuz.
Semra
Kuytul Furkan nesli Dergisi 21. Sayı
1.
Bakara, 30
2.
Nisa, 76
3.
Nisa, 124
4.
Ahzab, 35
5.
Ahzab, 36
6.
Kettani,
et-Teratibü’l idariyye tercümesi, 3/107
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder