Geçen sayımızda Ramazan ayı münasebetiyle, insan ve toplum hayatında zekatın denge unsuru olmasını konu edinmiştik. Genel olarak bakıldığında Yüce Rabbimizin bizim için murad ettiği bütün emir ve yasakların dengeyi tesis etmek için hassas bir terazi gibi olduğu aşikâre görülmektedir. Her bir hüküm mustakil olarak ele alınacak olsa, insan ve toplum hayatındaki önemi, hikmetleri, sağladığı denge ve getirdiği menfaatler açısından kitaplara sığmayacak zenginliğe sahiptir.
Kur’an-ı Kerim’de, tefekkür ayetleri ahkâm
ayetlerinden daha çoktur.Rabbimiz dağların, denizlerin, gezegenlerin,
hayvanların ve bitkilerin yaratılışını anlatarak bakışlarımızı kâinata
çekmiştir. Güneş ile dünya arasındaki ince hesapla kurulan dengenin dünyada
hayat kaynağı olması(Nuh-16), dağların dünyanın dengesini korumak adına özel
merkezlere yerleştirilmiş olması(Enbiya
Suresi-31), hayvanlar âleminin hassas dengesi sonucu doğum ve ölüm
olaylarının orantılı süregelmesi, insanlarda gerek kadın-erkek, gerek
genç-yaşlı, gerekse bir takım vasıflar açısından ölçülü dağıtımın yapılması ve
daha sayamayacağımız pek çok açıdan dünyanın ve kâinatın ince hesaplar üzerine
kurulu olduğunu bilim de ispatlamaktadır. Gözle görülür şekilde bir el, yaratmakta,
yönetmekte, daima gözetmekte ve her alanda o hassas dengeyi muhafaza etmektedir.(Yasin-4o)
Görmek isteyen gözün bu hakikatleri görmemesi mümkün değildir. Ve Allah(Azze ve
Celle), kitabı Kur’an-ı Kerim’de, mahlûkatına dikkatleri çekerek sonsuz ilmini,
hikmetlerini ve daimî müdahalesinin doğurduğu mükemmel sonuçları görmemizi
istemektedir.
Peki ama neden? Çünkü Kur’an hayat kitabıdır. İçinde
emir ve nehiylerin olması, insan hayatına müdahale etmek ve yön vermek
maksadına mebnîdir. Ve şu kâinattaki göz kamaştıran düzen, denge, güzellikler
ve bütün kemalât, Yüce Allah(c.c.)’ın insana da müdahalesinin ne kadar gerekli
olduğunun ve neticede insan hayatını da, hassas bir denge ile mükemmelliğe
taşıyacağının apaçık ispatıdır. İşte
Rabbimizin “bakmaz mısınız” buyurmasının sebebi budur.
Bakmaz mısınız! Görmez misiniz! Güneş ve ayı
bir hesaba göre yaratan (Rahman 6), gökleri direksiz ayakta tutan, hayvanlarda
ve bitkilerde sayısız nimetler var eden, mahlûkatının her türlü ihtiyacını
bütün detaylarıyla düşünen ve bütün bunları gözlerin bakmaya doyamayacağı
güzelliklerde yaratan Allah(c.c.)’ın, sizin için de, katından kanunlar manzûmesi
indirmesi ne kadar büyük bir lütuftur.
İlmini ve hikmetlerini sayısız
misallerle bizlere ispatlayan Allah(c.c.), kullarının, “Rabbim ne güzel
yaratıyorsun” diyerek geçmesini değil, “Böyle bir ilaha teslim oluyorum”
demesini istemektedir.
Bu doğrultuda baktığımızda Kur’an-ı Kerim’de
emredilen ibadetler, helaller ve haramlar insanın ve toplumun düzen ve dengesini
sağlamak için va’z olunmuştur.
Nasıl ki dağlar dünyada deprem olmaması için sağlam
kazıklar olarak çakılmış(Enbiya-31) ise ibadetler de, insan ve toplum hayatında
manevî depremlerin olmaması için birçok yönden denge unsuru kılınmıştır.
Mesela insan;
namaz ile Rabbinin huzurunda baş eğerek, varlığını kendisine borçlu
olduğu İlahını tanımakta, başarısının, gücünün, kudretinin, mülkünün, asıl
sahibinin O olduğunu her gün beş defa hatırlamaktadır. Bu şekilde insanın
haddini bilmesi ve asıl makamı olan kulluk makamını koruması sağlanmaktadır.
Kulluk bilincini kaybetmeyen insan, yedi düvelin hâkimi de olsa yine nefsinin
de hâkimi olacak, gücüne güvenerek zalim olmayacak, Efendisine hesap vereceği
gün mahcup olmayacağı adil bir hayat yaşayacaktır.
Yine Zekat ile insan, madde ile ilişkisini dengede
tutacak, gerektiğinde vaz geçmeyi öğrenecek ve küçük menfaatler karşısında
eğilmeden dik durabilme eğitimini alarak
insanlık şerefini muhafaza edecektir. Yanı sıra toplumdaki iktisadî
denge yerleşecek ve insanların bir kısmının maddeperest bir kısmının ise zengin
düşmanı olması engellenerek, topluma maddî değil, insanî değerlerin hâkim
olması sağlanmış olacaktır.
Oruç ise; nefsin hakimiyeti ele geçirmesinin önünde
kalkandır. Şerefli olarak yaratılan insan, basit arzuların kulu olmaya yakıştırılmamıştır.
İnsanın iplerinin şehvetlerinin eline
verilmesi değil,arzularının yönetiminin insanın eline verilmesi istenmektedir.
Yaşamın akışı içinde arzularının esiri olmaya meyleden insan,yılda bir ay kesintisiz
bir antrenman ile idareyi tekrar ele geçirmektedir.
Ve Hacc…
İnsanın islamı fert olarak değil, aşiret
olarak değil, ırk ve devlet olarak ta değil ümmet olarak yaşaması gerektiğini
haykırmaktadır. Hacc ibadetini gerçekleştiren her bir mü’min, Allah’ın davasına
bağlılığının, tek inanç ve tek hedef sahibi olduklarının göstergesi olarak
orada bulunsaydı, ortaya çıkan o muazzam manzara, düşmanın yüreğini hoplatan,
silahı bırakıp teslim olmaya sevk eden bir güç gösterisi olabilirdi. Bu şekilde
hakkıyla îfa edilen hacc ibadeti mü’mine, ümmetin bütünlüğüne dayanarak öz güven sahibi olmayı, kafire ise
hak karşısında haddini bilmeyi öğreterek, adalet dengesini kuracaktır.Zalim
zulmetme cesaretini kaybedecek, mazlum ise hakkını savunma özgürlüğüne
kavuşacaktır.
Ayrıca ibadetlerin birbiri arasında da hassas bir
terazi görülmektedir. Gökyüzüne yıldızları serpiştirip, çarpışmasını önleyerek,
bir uyum içinde akıp gitmelerini sağlayan Allah(c.c.), aynı şekilde hükümleri
arasında da uyum sağlayarak bir emrin diğerine engel değil, kolaylaştırıcı destek olmasını dilemiştir.
Mesela, oruç nefse hâkimiyeti sağlayacak bir zaman dilimine tahsis edilirken, insanı
tamamen güçten düşürerek diğer mükellefiyetlerini yerine getirmesine engel
olacak kadar uzatılmamaktadır. Hatta nefsin zabt altına alınması ile diğer emir
ve yasaklara riayet edebilmeyi kolaylaştırmaktadır. Ve sonsuz hikmet sahibi
olan Allah(c.c.),her emirde ayrı bir menfaat kast etmekle birlikte, her birinin
bir arada olmasıyla da insanı birçok yönden kemâle erdirmeyi murad etmiştir.
Böylece basit bir sudan yaratılan insan psikolojik ve sosyolojik olarak
güçlenecek, maddî ve manevî değerlerinin kıymetini bilecek, asaletini ve de
şerefini zedeleyecek her türlü zaafiyetten arınarak “meleklerin secde ettiği İNSAN”a
dönüşecektir.
Rabbimizin kanunlarına
insan hayatında adaletin gerçekleşmesi açısından baktığımızda da hassas dengeyi
aynı şekilde görmek mümkündür.
Mesela suçlara tayin edilen had
cezaları,sadece suçtan caydıracak ve
yaygınlaşmasını önleyecek kadar
ağırdır. Ve bütün hükümler haksızlığa hiçbir şekilde yol açmayacak temel
kurallara bağlanmıştır.
İslam fıkhının en temel kaidelerinden biri “zarar
kaldırılır” kaidesidir.Fakat zarar, başka bir
zarar ile kaldırılmaz. Bir taraftan zarar kaldırılırken, diğer tarafa
daha büyük bir zarar verilmemesine özen gösterilir. Zarar kaldırılırken her iki
tarafın da hakkı ve menfaati gözetilmelidir. Ancak bazen büyük zararların küçük
zararlarla def edilmesi gerekebilir.Her zaman, hiç kimseye zarar(ceza) vermemek
idarede ve adalette zafiyet meydana getirecek ve suçların yayılmasına sebebiyet
verecektir
Mesela, maktulün
ailesi bağışlamadığında katilin kısas olarak öldürülmesi, bir cana zarar verme
gibi görülmektedir. Aslında burada zarara karşılık olarak , zarar vermek
(Kısas) vardır. Bu hüküm insanların birbirine zarar vermede pervasızlaşmasını
önlemekle birlikte, toplumda meydana gelecek husumet ve kan davası gibi daha
büyük zararları engellemekte, zamanla bütün toplumu saracak olan intikam
ateşini daha çok küçükken söndürmektedir. Buna rağmen kan sahipleri af yoluna gitmeye
teşvik edilmekte, affetmesi karşılığında bir servet büyüklüğünde kan bedeli,
uhrevî olarak da mükâfat teklif edilmektedir. Böylece maktulün ailesi, katili
kendi gönlüyle affedecek, aldığı yüklü miktardaki fidye sebebiyle de karşı
tarafa zarar vermeyi düşünemeyecektir.
Katil tarafından bakacak olursak; ani bir kızgınlığın ya
canına ya da bütün malına mâl olmasını istemeyecek, bir anlık öfkenin esiri
olmayarak kendine hâkim olmayı bilecektir. Can emniyeti….
Ve yine akrabaların arasında husumet sebebi olan ve hatta
mal hırsı sebebiyle cana kıymaya kadar götüren miras dağılımı meselesi; İslam
miras dağılımını son derece adaletli ve akrabalık bağlarından her türlü
yakınlığı ayrı değerlendirerek hesap etmiştir. Ana tarafından yakınlığa ayrı,
baba tarafından yakınlığa ayrı, eş tarafından ise ayrı bir ölçü biçilmiş,
yakınlık dereceleri tek tek hesap edilmiştir. Babanın çocuğuna, kocanın
karısına, dedenin torununa yakınlığı ve diğer bütün nesep veya nikah bağı ile
gerçekleşen yakınlıklar, hepsi ayrı hesaplamaya tabi tutulmuş her biri için
mustakil kurallar tayin edilmiştir.
Kadına bir, erkeğe iki pay şeklinde dağıtım yapılırken sadece yaratanın hesap edebileceği ince bir
denge kurulmuştur. Erkek ile kızın şartları farklıdır. İslam’a göre, erkek evin
maddi ihtiyacını, eşinin ve çocuklarının nafakasını karşılamakla yükümlüdür.
Kadının ise böyle bir sorumluluğu yoktur.Yüce Rabbimiz miras kalan malın
dağıtımında eşitlikten ziyade adaleti ön planda tutmuştur.Ancak kişiler
arasındaki şartlar ve vasıflar eşit ise, dağılım da eşit ölçülerde yapılabilir.
Allah’ın kanuna gösterilen teslimiyet akrabalar arasında nefsî olarak oluşabilecek
her türlü husumeti ortadan kaldıracaktır. Çünkü hükmeden Allah’tır.
“Allah hükmedenlerin hâkimi değil midir.”(Tin 8)
Bu misaller ile numunesini göstermeye çalıştığımız, adalet
ve dengenin mihenk taşı olan İslam hükümleri, toplumda din, can, mal, nesil ve
akıl emniyetini muhafazanın zirve derecesini ortaya koyar.
Semra
Kuytul Furkan Nesli Dergisi 4. sayı
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder