2- SÜNNET-İ NEBEVİYYE
Nüzulünden
asırlar sonrasında bile Kur’an’ı ve Sünneti muhafaza ederek yollarımızı
aydınlatan Allah’a hamd Rasûlüne salât ve selam olsun.
Allah’ın
selamı, rahmeti ve bereketi bu kutsal emaneti bizlere ulaştıran tüm
büyüklerimizin ve bugün bu sancağı teslim alan ve sonraki nesillere taşımak
için gayret sarfeden tüm Kardeşlerimizin üzerine olsun.
İslam
fıkhının kaynaklarını konu edinmeye devam ettiğimiz bu sayımızda İslam Fıkhı’nın
dayandığı temellerden birincisi olan Kur’an-ı Kerim’i açıkladıktan sonra ikinci
kaynak olan ‘Sünnet’ konusunu ele
almak gerekmektedir.
Daha
evvel de değindiğimiz gibi Allah-u Teâlâ Hazretleri yaşanmasını istediği hayat
tarzını, kitabı Kur’an ve onun tamamlayıcısı Sünnet ile bizlere bildirmiştir.
Bu şekilde bizim hayatımızda yer alan her türlü meselenin fıkhını öğrenmiş
olmaktayız. Rabbimiz Kur’an ve Sünnet ile her meselenin temel noktasını beyan
etmiştir. Bu konuda İbni Hazm; “Fıkhın bütün bölümlerinin ana prensipleri Kur’an ve Sünnet’te vardır”
der. Her ne kadar çağ değişse, araçlar
ve yaşam standartları gelişse bile İslam insanlığa hitap etmeye ve yol
göstermeye devam etmektedir. Bu konuda İslam fıkhının ikinci kaynağı olan sünnetin
önemi de büyüktür. Çünkü Yüce Allah, Efendimizin hayatını kıyamete kadar tüm
Müslümanlara örnek kılmış ve O’nun hayatında bizlere gerekli tüm asılları ve
detayları göstermiştir.
Sünnet-i Nebeviyye, Peygamber
(s.a.v.)'in sözleri, fiilleri ve takrirleri (görüp de tasdik ettileri) dir. Sünnet,
hükümleri açıklama bakımından Kitab'ın tamamlayıcısı ve yardımcısı
mahiyetindedir. Bu itibarla İmam Şafiî, onu, beyan (hükmü belirtme) bakımından
Kitab'tan ayrı görmez; her ikisini de istidlal yani kendisinden delil elde etme
yönünden bir sayar ve "nass" adı altında birleştirir. O'na göre,
bunlar, hükümleri birlikte ve yardımlaşarak beyan ederler.
Şatıbî
bu konuda şöyle der: “Hüküm çıkarırken
yalnız Kur’an’a bakmak ve onun açıklaması olan Sünnet’e bakmamak doğru olmaz;
çünkü Kur’an küllî (genel) hükümleri ihtiva eder. Namaz, zekât, oruç ve benzeri
emirleri açıklamak için ise Sünnet’e bakmak zaruridir.” 1 Bununla
birlikte sünnetin konumu; sadece Kur’an’ı açıklamak değil, hüküm çıkarırken
başvurulan müstakil bir aslî (delil)dir.
Kur'an’dan Peygamber'e itaati emreden ayetler
Sünnetin tek başına da hüccet (delil) oluşunu gösteren delillerdir. Meselâ Nisa Sûresinde; "Peygamber'e itaat eden Allah'a itaat etmiş olur."2 buyrulmaktadır.
Yine Nisa Sûresinin bir diğer ayetinde; "Ey îman edenler, Allah'a itaat edin,
Peygambere ve sizden buyruk sahibi olanlara (ulu’l-emre) itaat edin.” 3
buyrulmuş ayrıca Ahzab Sûresinde ise, “Allah ve Rasulü bir şeye hükmettiği zaman,
inanan erkek ve kadınlara işlerinde artık başka yolu seçmek yaraşmaz" 4 buyrulmuştur. İşte
bunlar ve benzeri nass'lar Peygamber'in buyruklarına da uymak gerektiğini
göstermektedir.
Sünnet,
bir bakıma Kur'an'dan doğmuş ve Peygamber de Sünnetle Kur'an'ın hükmünü
açıklamıştır.
Sünnetin,
İslam Fıkhı’nın Kur’an’dan sonraki en önemli ikinci kaynağı olduğunu
açıkladıktan sonra* bu konuda önemli bir diğer nokta daha vardır ki o da,
sünnetin bize nasıl ulaştığıdır. Müslümanlar, ilk asırdan itibaren Hz.
Peygamber'in söz, fiil ve takrirlerine önem verdikleri gibi, bu hadislerin Hz. Peygamber'den
kimler tarafından rivayet edildiğine de önem vermişler hatta bunun için özel
bir ilim dalı oluşturmuşlardır. Hadisler, bizzat Peygamber'i gören
sahâbîlerden, sonra onları takip eden tabiîlerden, daha sonra da teba-i tabiînden
nakledilegelmiştir. Peygamber Efendimiz’e isnad ettiğimiz bir sözün bu şekilde
güvenilir kimselerle bizzat ona kadar dayanması, bir kopukluk yaşanmaması
önemlidir. O halde rivayet bakımından hadisler öncelikle iki kısma ayrılır: 1)
Senedi muttasıl (birleşik) olanlar, 2) Senedi muttasıl (birleşik) olmayanlar.
Burada
konumuz olan, senedi kopukluk olmadan Allah Rasûlü’ne kadar dayanmış olan
birinci kısımdır. Bunlar da rivayet bakımından; Mütevâtir, Meşhur ve Haber-i
âhâd diye üçe ayrılır:
Birinci
kısım olan ‘mütevatir’ hadisler; sened
yönünden Peygamber (s.a.v.)'e dayanır ve Peygamberimizden de çok sayıda ve
yalan üzerine birleşmeleri imkânsız olan bir topluluk tarafından rivayet edilmiştir.
Beş vakit namaz ve zekâtın miktarları ile ilgili hadîs-i şerifler bunlara misal
olarak zikredilebilir. İnsanların tevatüre dayanarak kabul ettiği şeylerin
eskiden beri doğruluğunu, mantıkî incelemeler isbat etmiştir; zira insanlar,
değişik mizaç ve yaratılışa sahiptir; dolayısıyla büyük bir kalabalık bir haber
üzerinde birleşiyorsa bu, bizzat işittikleri içindir. Çünkü sayıca çok
oluşları, duymadıkları ve uydurma bir şey üzerinde birleşmelerini imkânsız
kılar. Bu itibarla mütevâtir hadisler,
delil olmak bakımından hemen hemen Kur'an kuvvetindedirler.
İkinci
kısım, yani ‘meşhur’ hadisler de;
bir-kaç sahabi tarafından rivayet edilmiş olmakla birlikte sonradan
meşhurlaşarak, yalan üzerinde birleşmesi imkânsız olan bir kalabalık
tarafından rivayet olunmuştur. Ebu Hanîfe ve arkadaşlarına göre meşhur hadis,
kesin bilgi ifade eder; fakat bu, derece bakımından tevatürle hâsıl olan
bilgiden aşağıdır. Kur'an'da mevcut olmayan hükümler, bu hadislerle sabit olur.
Üçüncü
kısım yani ‘haberi âhâd’ hadisler ki,
bunlar da; bir - iki veya daha fazla sahâbî tarafından rivayet edilegelmiş,
sonrasında da meşhur seviyesine çıkamamış olan hadislerdir. Ahâd hadis, zannî bilgi ifade eder; kesin
bilgi ifade etmez; çünkü bunların Peygamber (s.a.v.)'e ulaşmış olmasında az da olsa şüphe vardır.
Bu şüpheden ötürü bilginler; itikadî meselelerin kesin bilgiye dayanması
gerektiği için itikadî konularda bunun bir delil teşkil edemeyeceğini; amelî
konularda ise ona aykırı başka bir hüküm bulunmazsa bununla amel
edilebileceğini belirtmişlerdir.
Üç
imam, yani İmam Ebu Hanîfe, İmam-ı Şafiî ve İmam Ahmed b. Hanbel (R. Anhüm) sahih
hadislerin rivayet şartlarını taşıyan âhâd hadisi, delil olarak kabul ederler. Bazı
durumlarda onu reddediyorlarsa bu; Peygamber'e ulaşma yönünden kuvvetli bir
şüphe gördükleri veya daha kuvvetli gördükleri bir delile aykırı buldukları
içindir. Bu durumda Haber-i âhâd'ı delil olarak kabul etmek için; ravilerinin
adalet ve zabt vasfına sahip olması, her râvinin, kendisiyle görüştüğü sabit
olan bir kimseden bizzat işitmiş olması ve hadisin metninde de, din veya
Kur'an'ın kesin emirlerine aykırılık bulunmaması şarttır.
Adalet'in
vasfının manası, râvinin dinî meselelerde, dinin emir ve yasaklarına önem
vermesi ve bid'at ehli olmaması ayrıca yalancılıkla da meşhur olmamasıdır.
Zabt'ın
mânâsına gelince; sözü hakkıyla işitmek, sonra onu istenildiği şekilde
anlamak, sonra bütün gayretini sarf ederek hıfz etmek, sonra da onu muhafazada
sebat etmek ve rivayet ederken şüpheye düşmemek için müzakere suretiyle
kontrol etmektir. Buna ilaveten şer'î ve fıkhî mânâsını da anlayarak ezberlemiş
olmak zabtın en üstünüdür. Bu itibarla yaratılıştan veya dikkatsizlikten, ya
da müsamaha suretiyle gafleti şiddetli olan kimsenin rivayeti hüccet (delil
olarak kabul) olmaz.
Sonuç
olarak şöyle denilebilir ki; Sünnet, şer'î hükümleri beyan bakımından Kitab'ın
yardımcısı, kitabın hükmünü beyan etmediği konularda ise hükmü bizzat beyan
eden tamamlayıcısıdır. Yine denilebilir ki Sünnet'in açıkladığı her hüküm için
Kur'an'da uzak veya yakın bir asıl mevcuttur. Bu görüşü, İmam-ı Şafiî
"er-Risale" sinde nakletmiştir. Şâtıbî de"el-Muvâfakât"ında
şöyle demiştir: "Sünnet, mânâsı itibariyle Kitab'a râcidir, çünkü o,
Kitab’ın bir açıklamasıdır. Buna; “Sana
Kur'ân'ı indirdik, ta ki insanlara, kendilerine indirileni açıklayasın.”5 âyeti
delalet eder. Sünnet'te mevcud olan her hususa Kur'an'da icmali (genel) veya
tafsîlî (özel) bir delalet vardır; çünkü Kur'an, bu şerîatin esası ve ilk
kaynağıdır... Allah, Kur'ân'ı her şeyi açıklamak için göndermiştir. Buna göre
Sünnet, özet olarak Kur'an'da vardır; çünkü emir ve yasaklar, Kitab'ın başlıca
hükümlerini teşkil eder. Allah Teâlâ Kur'an'da, “Biz Kitab'da hiç bir şeyi eksik bırakmadık”6 buyurmuştur."7
Bir dahaki sayıda İslam Fıkhı’nın
Kaynaklarından üçüncü sırada olan “İcma”yı
açıklayarak devam etmek temennisiyle Allah’a emanet olunuz.
Semra Kuytul Furkan Nesli Dergisi 16.
sayı
*Sünnet konusunda daha geniş
açıklama için bkz. Furkan Nesli Dergisi, 9-10-11. sayıları İslam Fıkhı sayfası
1- El-Muvâfakât,
Ticariyye Babı, c. III, s. 369
2- Nisa 80
3- Nisa, 59
4- Ahzab,36
5- Nahl, 44
6- En'am, 38
7- El-Muvâfakât, c
IV, s. 12, 33.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder