İCMA;
Yine Allah’ın
selamı, rahmeti ve bereketi, ümmetimizin kurtuluşu için mücadele eden tüm
kardeşlerimizin üzerine olsun
Hayatımıza yön
vermek ve bizleri Rabbimizin istediği bir hayat seviyesine yükseltmek için
gönderilmiş olan Kur’an-ı Kerîm, Allah Rasûlü’nün uygulamalarıyla hayat bulmuş
ve O’nun asrında yaşayan ya da daha sonra gelen âlimler tarafından her açıdan
incelenmek suretiyle her detayı anlaşılmış, hayata geçirilmiştir.
Bu durum daha
sonra gelecek olan ümmet için elbette ki rahmettir. Henüz Allah Rasûlü’nün
atmosferinden çıkmamış ve Efendimizin yaşam şekli berrak bir şekilde
hafızalarında olan bir nesil tarafından Kur’an ve sünnet enine boyuna
incelenmeye devam edilmiştir. Bu şekilde teferruata dair bazı meselelerde aslen
kapalı olmayan fakat bizim anlayıp yaşayabilmemiz zor olacak kısımlar hassaten
sahabe âlimleri tarafından özenle incelenmiş ve en önemli kısımları üzerinde
görüş birliği oluşturularak neticeye ulaştırılmıştır. Bu titiz çalışmanın
kıymetini ümmet iyi bilmelidir.
İcma’ İslam
fıkhının Kur'ân ve Sünnet’ten sonra gelen üçüncü kaynağıdır. Yukarıda da ifade
ettiğimiz gibi bazı konuların hükmü icma’ ile belirlenmiştir.
İcmâ’ lügatte; "bir şeye azmetmek ve karar
vermek" demektir. "İttifak
etmek" de icmâ’ın manalarındandır.
Usulcülerin
ıstılahında ise icmâ’; “Rasulullah(s.a.v.)’ın
vefatından sonra, asırların birinde, bir şer’î hüküm hakkında İslâm müctehidlerinin
ittifakıdır.” 1
Bu tarif
icma’nın ne olduğunu tüm yönleri ile göstermektedir. Şöyle ki; bu tarife göre
öncelikle icma edenlerin müctehid olmaları icabeder ve bu durumda müctehid
olmayanların ittifakı muteber sayılmaz. Müctehid; ictihad yapan kişidir
ki ictihad; “herhangi bir
işi yapmak için olanca gayreti harcamak” demektir. İslam’ın hükümlerini
anlamak için olanca gücünü sarfeden kişiye de müctehid denir. Bu konuda gayret sarfeden kişiye müctehid
denilebilmesi için gayretin yanı sıra onda bir takım şartlarında bulunması
gereklidir. Kur’an’ın
dili olan Arapçayı bilmek, Kur’an
ilmine sahip olmak, özellikle de Kur'an'ın hüküm bildiren âyetlerinin manalarına
tam olarak vakıf olmak, hüküm içeren bütün hadisleri okumuş ve kavramış olmak,
tüm hükümlerin amaçlarını iyi bilmek, fıtrî olarak doğru bir anlayış ve iyi bir takdir gücüne sahip
olmak
gibi şartlar müctehidde bulunmalıdır. Ayrıca müctehid; iyi niyetli, sağlam
itikad sahibi ve doğruyu gördüğünde hemen teslim olabilecek şekilde ihlâslı
olmalıdır. Müctehidlerin en büyüklerinden olan İmam-ı Azam Ebu Hanîfe, bir
konuda ictihad yaptığında "Bu, bizim
ulaştığımız en iyi neticedir; kim bundan daha iyisine ulaşırsa ona uysun!"
derdi.
Müctehidlerin ittifakının
farzlık, haramlık, mendupluk ve benzerleri gibi şer’î hükümler hakkında olması
şarttır. Tıbba, matematiğe yahut dil bilgisine âid, şer’î olmayan bir meseleye
dâir icmâ’ların (yani ittifakların) hiçbirisi, konumuz olan şer’î icmâ
değildir. Ayrıca fıkhî ilimler dışında Tıp, teknik v.s. gibi diğer bir ilim ya
da fen sahasında âlim olup cehd-u ğayret sarfedenler müctehid sayılmazlar ve bu
alandaki görüşlerine itibar edilmez.
Tarifte
geçen “Müctehidlerin
ittifakından” maksad, o asırdaki bütün müctehidlerin ittifakıdır. Hakikî
icma’nın gerçekleşebilmesi için o esnada yaşayan bir tek müctehidin bile
muhalefet etmemesi gerekir. Eğer müctehidlerin birçoğu ittifak ettiği halde bir
tanesi muhalefet ederek o görüşe katılmamışsa o konuda icma gerçekleşmiş
sayılmaz. Çoğunluğun görüşünün birleşmiş olması doğrunun o olduğunu gösterse de
kat’i bir delil teşkil edemez.
Müctehidlerin
müslüman olmaları da şarttır. Çünkü icmâ’ın hüccet oluşuna delalet eden deliller,
icma edenlerin İslâm Milletinden olmalarının icabettiğini göstermektedir. Çünkü
icmâ’nın mevzuu İslâm inancına (akideye) dayanan yahut akideyle alakalı olan
yahut akideden doğan şer’î hususlardır.
Bu vasıflara sahip olmayanların
birleşmesinin kıymeti olmadığı gibi tüm insanların, müctehidlerin icma ettiği
bir hükme muhalefet etmeleri de caiz olmaz. Hatta bir asırda bir mesele
üzerinde icma’ gerçekleşmişse ondan sonraki asırlarda yaşayan müctehidlerin
dahi o icma’ya muhalefet etme hakları yoktur. Bu sebeple müctehid olmanın
şartlarından birisi de kendinden önce hakkında icma’ gerçekleşmiş olan
meseleleri bilmektir. Ta ki ona muhalif bir görüş ortaya atmasın!
Bunun için zamanın müctehidleri
ne zaman bir hadisenin hükmü hakkında ittifak ederlerse icmâ’ hasıl olmuştur;
bu icmâ’a uymak lazımdır. Sonradan bazısının görüşünden dönmesi yahut farklı
görüşe sahip diğer bir müctehidin ortaya çıkması icmâ’yı bozmaz.
Böyle bir icma’nın bağlayıcı
olduğu konusunda tüm âlimlerin ittifakı vardır. İcmâ’ müslümanın (kendisine
uyması) mecburi olan kesin bir hüccettir (delildir). Birçok âlim icmâ’nın bağlayıcı
delil olduğu hususunda birçok delil getirmişlerdir.
Bunlardan en birinci sırada olanı
Yüce Allah'ın “Kim kendisine doğru yol
besbelli olduktan sonra Peygambere muhalefet eder, mü'minlerin yolundan
başkasına uyup giderse onu döndüğü o yolda bırakırız. (ahirette de) kendisini
cehenneme koyarız. O, ne kötü bir yerdir” 2 ayetidir. Bu ayette
Allah (c.c.) mü'minlerin (gittiği) yola muhalefette bulunmaya ceza vadederek,
mü'minlerin yolunu, tâkîbedilmesi icabeden hakk yol, diğer yolu ise terkedilmesi
icabeden batıl olarak bildirmiştir. O halde mü'minlerin ittifak ettikleri
husus, kat'î olarak onların yolu olur ki kat'î olarak o hakk olur ve mutlaka
ona uymak icabeder. İcmâ’nın manası da bundan başka bir şey değildir.
Ayette; Allah'ın Rasûlü'ne uymak gibi,
müminlerin yoluna uymak da açıkça istenmektedir. Rasûlullah'dan kesin delil
gelen hususlarda Rasûlullah'a karşı çıkmakla müminlerin yolundan gitmemek aynı
şeydir. Mü’minler ittifak ve icma ile
bir yol tuttukları zaman bazı kimseler müminlerin tuttuğu bu yola karşı
çıktıkları halde Rasûlullah'a doğrudan doğruya karşı çıkma ve muhalefet etme
mevkiinde bulunmadıklarını iddia etseler de ayet; müminler yolundan gitmemenin
Rasûlullah'a karşı çıkmak demek olduğunu açıkça anlatmıştır. 3
Hatta İslam âlimleri, icma’
seviyesinde olmasa dahi eğer bir konuda birleşmişlerse buna da uymak icap eder
ve o yoldan ayrılmak mü’minlerin yolunu yani cemaatini terk sayılır ve ayetin
işaretiyle kişiyi cehenneme sevkeden bir günah olarak yazılır.
İslâm Milletinin bir iş hakkında
görüş birliğinde bulunduklarında hatâ işlemeyeceğine delalet eden birçok
hadisin varlığı da icma’nın delillerindendir. Rasûlullah’ın “Ümmetim dalalet (sapıklık) üzere birleşmez”
hadisi bunlardandır. Bunlar gibi hadisler İslâm ümmetinin ittifak ettikleri
hususun kat'iyyetle doğru ve hakk olduğunu ifade etmektedir. Ümmetin bir konuda
birleşmesinden maksat elbette ki ümmetin müctehidlerinin, âlimlerinin birleşmesidir.
Müctehid olmayanlar sayıca daha çok olsalar da dinin önde gelen âlimlerine, müctehidlere
tâbidirler.
Ayrıca
icma’ya uymanın gerekliliğinin bir delili de müctehidlerin ictihadının mutlaka bir şer’î dayanağı olması gerekliliğidir. Bazan icmâ'ın
dayandığı sened zannî olabilir yani kendisinde bir zayıflık bulunabilir.
Meselâ; fakihler birbirine mahrem olan iki kadının bir nikâh altında
birleştirilemeyeceği hakkında icmâ' etmişlerdir. Fakat bu icmâ'ın senedi olan “kadın halası ve teyzesi üzerine
nikâhlanamaz." 4 hadisi mütevatir değildir. Âlimlerin bu
konuda ki icma’ı hükmü kat’ileştirmiştir. Dolayısıyla icma’nın mutlaka Kur’an
ve Sünnetten bir dayanağı olmalıdır. Çünkü keyif, hevâ ve hevese göre bir görüş ortaya atılamaz. Böyle bir
konuda ictihâd yapılamaz. İctihâd, keyfîliğe
meydan vermeyen sabit metodlar, muayyen kaideler ve sınırlanmış usullere göre
olur. 5
İcma’ öncelikle sahabe asrında
şekillenmeye başladı. Sahâbîler, karşılaştıkları yeni meseleler üzerinde
ictihad yaparlardı. Hz. Ömer onları bir araya toplar, kendileriyle istişare ve
fikir alış-verişinde bulunurdu.
Sahâbîler bir mesele üzerine icmâ'
ederlerse devlet işlerini ona göre yürütürdü. İhtilafa düşerlerse
meseleyi araştırmaya koyulurlar ve aralarındaki fâkihlerin icmâ' ettiği bir
neticeye varılırsa, bu da ittifakla kabul edilirdi. Bu netice elbette ferdî
görüşlerden kuvvetli olurdu. Onlardan
sonra gelen nesil ise ictihad yaparken, kendinden öncekilerin ve memleketindeki
fakihlerin görüşlerine aykırı bir şey söylememek için dikkat eder ve böylece
düşüncesinde yalnız kalmak istemezdi. Meselâ; Ebu Hanîfe, kendisinden önce
yaşamış olan Kûfe bilginlerinin icmâ' ettikleri hususlara uymak için çok
titizlik gösterirdi. Hatta fâkihler sahâbîlerin ihtilaf ettiği hususlarda bile
tamamen onların görüşleri dışına çıkmamak için çaba gösterirler ve mutlaka
birinden birine uymaya çalışırlardı.
Hataya sürükleyen gaflet bazı
müctehidlerde bulunabilir, fakat müctehidlerin hepsinde birden bulunması mümkün
değildir. İmam Şafiî, bu hususta da şöyle der: “Gaflet, ancak ayrılıkta olabilir; cemaat'in hepsinin birden Kitab,
Sünnet ve Kıyas'ın mânâsı üzerinde gaflete düşmesi, inşallah mümkün olmaz.”İcma’ya
uymak konusunda tüm âlimlerimizin ittifakı vardır fakat bahsettiğimiz
konulardan da anlaşılacağı üzere tüm şartlarına haiz böyle bir icma’nın
gerçekleşmesi oldukça zordur. Bazı bilginlere göre, bir asırda
müctehidlerin her hangi bir hüküm üzerinde birleşmesi imkânsızdır; çünkü
müctehidler memleketin her tarafına dağılmış, böylece herhangi bir konuda anlaşmaları
imkânsızlaşmış, bu kadar uzak ülkelerdeki insanların ittifak etmeleri imkân
dışına çıkmıştır.
Sonra icma’ya katılan veya
muhalefet eden müctehidlerin gerçekten ictihad makamında olup olmadığının tayini
hiç de kolay değildir. Bu imkânsızlık sadece sahabe asrı için geçerli
olmayabilir çünkü onlar, diğer memleketlere tamamen dağılmamışlardı ve o
devirde icmâ' mümkündü. Buna göre “kat’i
delil olan icmâ, sahâbîlerin icmâ'ıdır” denilebilir. Sahâbîlerin icmâ'
ettikleri meseleler sayılamayacak kadar çoktur. Tabiîler devrinde icmâ' mümkün
ise de vâki olmamıştır. Onlardan sonra gelen her hangi bir asırda da icma’ asıl
itibariyle mümkün görülmektedir. Ancak müctehid vasfına sahip âlimlerin
bulunması ve aralarında icma’ gerçekleşebilmesinin mümkün olabileceği
vasıtaların ya da imkânların olması gerekmektedir.
Ümmetimizin içinde bulunduğu zor
durumdan kurtulması halinde elbette ki birçok konuda yeniden bir gelişme gerçekleşecektir. Yeni neslimizden aydın-âlimlerimizin
yetiştirilmesi ile Kur’an’ın tüm çağlara hitabeden ahkâmı çağımızı yeniden
aydınlatacak, çözümsüz sorunlarımıza çare bulunacak ve ümmet yeniden kuvvetli
bir yükselişe geçecektir İnşaallah.
Ümmetimizin
içinde bulunduğu bu zor durumdan bir an evvel kurtulup felaha ermesini
Rabbimden niyaz ediyor, bir daha ki sayıda İslam
Fıkhının Kaynaklarından 4. Sırada olan Kıyas konusu ile devam etmek
temennisiyle hepinizi Allah’a emanet ediyorum.
Semra Kuytul
Furkan Nesli Dergisi 17. sayı
1- A.Kerim Zeydan
2- Nisa 115
3- Hak Dini Kur’an Dili, Nisa 115
Buharî, Nikâh:
27; Müslim, Nikâh: 37, 39
4- A.Kerim Zeydan
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder