Kitabıyla yolumuzu gösteren ve Rasûlü ile
de bu yolu aydınlatan yüce Rabbimize hamd,
Sünneti Seniyyesi ile bizlere bu dini bütün ayrıntılarıyla ve kâmil bir şekilde
öğreten Allah Rasûlüne salât ve selam olsun. Ve Allah’ın selamı rahmeti ve
bereketi Allah ve Rasûlü’nün yolunu en güzel bir şekilde takip eden tüm
Müslümanların üzerine olsun.
Kâinatı
yaratan ve düzeninin nasıl cereyan edeceğini mahkûkatına ilham eden Allah(c.c.)
bu şekilde bu nizamı milyarlarca yıldır muhafaza etmektedir. Kurulan bu
nizamdan şikâyetçi olan da yoktur. Çünkü sistemi kuran bütün ilimlerin yegâne
kaynağı olan Allah(c.c.)’tır. Kâinatta hiçbir detay ihmal edilmemiş, boş bir
alan bırakılmamıştır. Çünkü hiçbir alan kanunsuzluğu kabul etmez. Orada hemen
karışıklık zuhur eder ve yaşam durmak zorunda kalır. Aynı durum tabii olarak
insan hayatı içinde geçerlidir. Rabbimizin insana müdahalesinin kutsal
kitapları ile olduğunu biliyoruz. Bu kitapların uygulama modelini de
peygamberler göstermişlerdir. Kâinat misalinde belirttiğimiz gibi insanların
yaşam alanlarında da yol-yöntem gösterilmeyen bir alan kalması o alanda
problemler doğmasının sebebidir. İşte hayatımızın her alanına hitap ederek
bizleri hiçbir konuda şaşkın bırakmayan Allah(c.c.) bunu peygamberine kâmil bir
hayat yaşatarak gerçekleştirmiştir. Vaaz edilen hükümler O’nun yaşantısında
canlanmış, Kur’ân’da göremeyeceğimiz detaylar pratiğinde zahir olmuş, zorlar;
onda uygulama yöntemini görmekle kolaylaşmıştır. Bu şekilde İslam’ı, hayatın
her saniyesinde yaşayabilmek mümkün olacaktır. Bu durumda Allah Rasûlü’nün
sünneti büyük önem taşımaktadır. O halde bu gün Kur’ân’a yapılabilecek en büyük
kötülük onu Allah Rasûlü’nün sünnetinden uzaklaştırmaktır.
Sünnet
Allah Rasûlü’nün söz, fiil ve takrirlerine denir. ‘Sünnet kelimesi ile yüce Allah(c.c.)’ın
hak dini tebliğ etmesi ve insanlığa rehberlik yapması için gönderdiği nebinin seçmiş
olduğu yol kastedilir. Diğer bir ifade ile sünnet; Allah’ın dinini anlama ve
hayattaki bütün işleri uygulamada teorik ve pratik olarak Hz. Peygamberin
getirmiş olduğu nebevî yöntem demektir.’1
Efendimiz(s.a.v.)’in
ifadesi ile “rahat koltuklarına yaslanarak
‘Kur’ân’da ne bulursak sadece ona uyarız”2 diyenler bu şekilde Kur’ân’ı
yaşam alanından çıkartmaktadırlar. O zaman Kur’ân, ya yaşayamadıkları bir kitap
olacaktır ya da hükümleri, kendi kafalarına göre şekillendirerek Allah
Rasûlü’nün önüne geçeceklerdir. Çünkü Kur’an ve sünnet çeşitli yöntemlerle hiçbir
alanı boş bırakmamıştır. Rabbimiz, kendi hükmünü terk edenleri kınarken yanında
peygamberini de zikrederek “Allah ve Rasûlü bir işe hükmettiği zaman
inanan erkek ve kadına işlerinde artık başka yolu seçmek yakışmaz”3
buyurmaktadır. Buna rağmen bugün Allah Rasûlü’nün bir hükmü veya bir uygulaması
olduğu halde onu terk edip başka yol tercih edenler ve bunu Kur’ân’a uymak
zannedenler, bu halleriyle Allah(c.c.)’nın emrine karşı çıkmış ve Kur’ân’a
aykırı bir yol tutmuş olmaktadırlar. Ayrıca kendi görüşlerini, Allah Rasûlü’nün
hükmünün önüne geçirmek suretiyle Rasûlullah (s.a.v.)’e saygısızlık etmekle de
kalmayıp doğru yolu bulmanın Allah ve Rasûlü’ne uymakla mümkün olacağı şartına
uymayarak ‘Sırat-ı Mustakîm’den de sapmışlardır.
Kur’ân’ı
doğru anlama ve yaşamayı Allah Rasûlü’nden öğrendiğimiz gibi,
Efendimiz(s.a.v.)’in ümmet açısından konumunu da O’nun Ashabı’ndan
öğrenmeliyiz. Allah-u Teâlâ ilk Müslümanları Peygamber’lerine nasıl
davranmaları gerektiği konusunda tam anlamıyla eğitmiştir. Onlar Kur’ân’ı
dinliyorlar ve onu nasıl uygulayacaklarını Efendimiz(s.a.v.)’den öğrenebilmek
için yarışıyorlardı. Ayrıca hükmünü bilmedikleri bir meselede vakit kaybetmeden
hemen Allah Rasûlü’ne gidiyor ve ondan aldıkları cevap hoşlarına gitsin veya
gitmesin hemen uyguluyorlardı. Buhari Sahihi’nde, Ukbe b. Haris (r.a.)’ten şöyle
bir olay rivayet edilmiştir. Sahabeden
birisine bir kadın gelerek, hanımını ve kendisini emzirdiğini söyledi. Adam
şaşkınlığından hemen Mekke’den Medine’ye gitti. Rasûlullah’a sütkardeş
olduklarını bilmeden bir kadınla evlendikten sonra sütkardeş olduklarını
öğrendiğinde Allah’ın hükmünün ne olacağını sordu. Rasulullah; “bu durum
söylendikten sonra evlilik nasıl devam eder” buyurdu. Bunun üzerine adam hanımını
uygun bir şekilde boşadı.4 Çünkü çok iyi öğrenmişlerdi ki Allah
ve Rasûlü bir işe hükmettiğinde o hükmü yüreğinde bir sıkıntı duymadan
kabullenmek İslam’ın gereği, imanın göstergesiydi.
Sahabenin
her konuda Allah Rasûlü’nü takip ettiğinin bir misalini de Akabe bey’atı
esnasında görüyoruz. Hz. Osman Mekke’de
olduğu için, orada bulunanlar bey’at ettikten sonra Allah Rasûlü bir elini
diğer elinin üzerine koydu ve “bu da Osman’ın yerine olsun” buyurdu. Bunun
üzerine Ashab: ‘ne mutlu Osman’a. O Mekke’de, biz buradayız. Şimdi bol bol Beytullah’ı
tavaf eder, dediler. Efendimiz (s.a.v.) “Osman orada şu kadar yıl kalsa, ben Beytullah’ı
tavaf etmedikçe o etmez” buyurdu. Ve o sırada Mekke’ye giren Hz. Osman’a amcaoğlu
Eban b. Said; ‘Kâbeyi tavaf et ben seni korurum’ dediğinde, Hz. Osman ona şu
cevabı veriyor ve aynı zamanda gelecek Müslümanlara da bir ders veriyordu. “Bizim
büyüğümüz yapmadan biz herhangi bir şeyi yapmayız. Ne zaman ki, O bir şeyi
yaparsa, bizde O’nun ardından takip ederiz.”5
Efendimizin
o seçkin sahabeleri O’nun kıymetini o kadar iyi anlamış ve O’nun ağzından çıkan
her bir söze o kadar adapte olmuşlardı ki Cabir (r.a.) ‘den gelen bir
rivayette:“Cuma günü peygamber efendimiz
minbere çıkınca cemaate “oturun” , buyurdu. O sırada mescidin kapısında bulunan
Abdullah b. Mes’ud Efendimizin sesini işitince hemen oraya oturdu. Bunu gören
Allah Rasûlü ise;“Abdullah beri gel” buyurdu.6 Ashabı O’nun
kelimelerini, adımlarını takip etmek suretiyle kurtuluşa ermeyi umuyordu. Cennet’in
yolunu en iyi bilen elbette ki O’ydu.
Yine
Efendimizin vefatının ardından da sahabesinin onun hükmüne bağlılığının
misalini Hz. Ebu Bekir’de görmek mümkündür. Allah Rasûlü vefatına yakın,
Rumlara karşı Usame (r.a.) komutanlığında orduyu hazırlamış fakat ordu yola
çıkmadan vefat etmişti. Rasûlullah’ın vefatından hemen sonra halife seçilen Hz.
Ebu Bekir(r.a.)’e Ashab; ‘orduyu savaşa gönderme. Zira görüyorsun ki Allah
Rasûlü’nün ölümü sebebiyle dinden dönen Araplar var önce onları yola getirmek
lazımdır’ deyince, Hz. Ebu Bekir; “Hayatım
kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki; Allah’ın Rasûlü’nün göndermek
istediği bir orduyu ben alıkoymam. Bunu yapmak benim için gökten yere düşmekten
daha kötüdür”7 diye
cevap vermiştir.
Bunlar ve benzeri
birçok rivayet sahabenin Kur’ân’la nasıl beslendiklerini göstermektedir. Kur’ân,
Allah(c.c.)’a itaati Peygamber’ine itaat ile birlikte zikretmekte ve bu ayetler
Allah’a olduğu gibi O’nun Peygamberine itaatin gerekliliğini de açıkça
göstermektedir. Nisa sûresinin 80.ayetinde;“Peygamber’e
itaat eden Allah’a itaat etmiş olur.”
buyrulmuştur. Peygamber’imizde
bu konuyu bir hadisinde şöyle ifade eder; “Kim
bana itaat ederse Allah’a itaat etmiş olur kim de bana isyan ederse Allah’a
isyan etmiş olur.”8
Bu şekilde İslam hukukunun dayandığı
delillerde sünnet; Kur’ân’dan sonra ikinci kaynağı teşkil eder ve Ulema arasında
Şârî’ (hüküm koyucu) denildiğinde; Allah ve Rasûlü, nass (delil) denildiğinde ise
Kur’an ve Sünnet kastedilir.
Ayrıca Allah (c.c.); “Sana
indirileni apaçık tebliğ et”9 buyurmuştur. Ona indirilenin ‘apaçık
tebliğ edilmesi’, sünnetle birlikte olduğunda gerçekleşmektedir. O halde
sünnet, Rasûlullah’ın tebliğine dâhildir. Rabbimiz;“Nitekim kendi içinizden, size ayetlerimizi okuyan, sizi arındıran,
size kitabı ve hikmeti öğreten bir Rasûl gönderdik.”10 buyurmaktadır.
Bu ayette de okumak ayrı, (açıklayarak) öğretmek ayrı birer fiil olarak
zikredilmiş ve kitap dışında bir de hikmeti (sünneti) öğrettiği ifade edilerek
Mü’minlere bu nimetin büyüklüğü hatırlatılmıştır. Yani; O’nun size Kur’ân’ı
okuyup öğretmesi, onu doğru anlayabilmeniz ve yaşayabilmeniz açısından önemli
bir aydınlatma ve çok büyük bir nimettir.
Peygamber
Efendimiz(s.a.v.)’in fiilleri, onlara tabi olmak bakımından üç kısma ayrılır:
1- Şeriati açıklamak için yaptığı işler;
namaz kılışı oruç tutuşu gibi şeriatin mücmel ifadelerini açıklayan fiilleri.
Mesela Kur’ân’-ı Kerim icmalen (genel olarak) namazı kılın buyurmuş ve abdestin
dört farzını bildirmiş fakat tam olarak abdestin nasıl alınacağı abdestin neyle
bozulacağını, namazın nasıl kılınacağını namazdaki mekruhların (Allah
tarafından hoş görülmeyen işlerin) müstehapların (beğenilen uygulamaların)
neler olduğunu, namazın hangi davranışlarla bozulacağını açıklamamıştır. Allah
Rasûlü bunlar gibi namazla ilgili gerekli tüm bilgileri uygulayarak bize
öğretmiştir. Bir hadisinde Efendimiz (s.a.v.) İbni Mes’ud (r.a.)’a;“Elime su dökte sana Cibril’in nasıl abdest
aldığını öğreteyim”11 buyurarak Kur’ân’da yazmayan bazı
bilgilerin Cebrail (a.s.) vasıtası ile Allah(c.c.) tarafından kendisine
bildirildiğini ifade etmektedir. Bu şekilde yaptığı dinî işler Kur’ân’ın kısa
ifadelerinin açıklaması sayılır. Ve bir de bir işin, mübah ve meşrû’ olduğunu
gösteren uygulamaları vardır ki, yaptığı alış-verişler bunun misali olabilir.
O’nun yaptığı gibi alış-veriş yapmak Müslümanlara farz olmamakla birlikte
yaptığı gibi ve benzeri uygulamaların bizim için caiz olduğunu gösterir.
2- Peygambere mahsus olduğuna dair
delil bulunan fiiller; Kur’ân’-ı Kerim’de, emir sîgası ile geldiği halde
Peygamberimize ait olduğuna dair delil bulunan hükümler ki bunları uygulamak Müslümanlar
için caiz değildir ve Kur’ân’da bunların sayısı birkaç taneyi geçmez. Dörtten
fazla evlenmesine izin verilmesi gibi.
3- İnsanlık icabı ve Arabistan’da yaygın olan geleneklere
göre yapmış olduğu iş ve hareketler. Bunlar dinî uygulamalar sınıfından
sayılmayarak toplumun örf ve âdeti nev’indendir ki her toplumun örf ve âdeti
değişik olabilir.12
Allah
Rasûlü’nü hakkıyla anlayarak takip edenlerden olmak suretiyle Rabbimizin
katında bu asrın sahabelerinden yazılmayı rabbimden niyaz ediyor, bir dahaki sayıda
devam etmek temennisiyle sizleri Allah’a emanet ediyorum.
Semra Kuytul -Furkan Nesli
Dergisi- 10. sayı
1-Sünneti anlamada yöntem Yusuf Kardavî sf. 46
2-Ebu Davut, İbni Mâce, Darimî
3-Ahzab 36
4- el-Müstedrek c.1 sh 461
5-Hayatu’s Sahabe c.2 sf.525
6-
7-
8-
9-Bakara 151
10-Ma’rifetu Ulûmi‘l-Hadis sf. 30
11-İslam Hukuku Metodolojisi M. Ebu Zehra
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder