Kullarına karşı sonsuz merhamet sahibi ve üzerimize rahmetini
yağmur gibi yağdıran Rabbimize hamd,
Yüce Rabbimizin âlemlere rahmet olarak gönderdiği Peygamber Efendimiz
(s.a.v.)’e salât ve selam olsun. Ve selam; ölü kalplerini rahmet denizinde
arındırarak dirilten, Rabbimizin kullarına açtığı mağfiret kapısından girmek ve
nasiplenmek için gayret sarfeden tüm kardeşlerimizin üzerine olsun.
‘Ramazan’ kelimesinin kökü;“güz mevsiminin evvelinde yağıp yeryüzünü
tozdan temizleyen yağmur” manasına gelen "ramdâ" kelimesine
dayandırılırsa buna göre; yağmurun
yeryüzünü temizlediği gibi, Ramazan ayı da “müminleri günah kirlerinden
temizler” demek olur. Bir hadis-i şerifte, Peygamber Efendimiz (s.a.v.); “Kim inanarak ve alacağı sevabı Allah'tan
bekleyerek Ramazan orucunu tutarsa, geçmiş günahları bağışlanır."1
buyurmuştur.
Ya da; “güneşin şiddetli
hararetinden taşların yanıp kızması anlamında olan "ramad" kelimesine
dayandırılırsa o zaman da Ramazan kelimesinin manası; “böyle kızgın yerde yürüyenin ayaklarının yanması, zahmet ve meşakkat
çekmesi gibi oruç tutan kimse de açlık ve susuzluğun hararetine katlanır,
meşakkat çeker. Kızgın yerin, orada yürüyenlerin ayaklarını yaktığı gibi,
Ramazan da müminlerin günahlarını yakar, yok eder” demek olur.
Ramazan ayında mü’minlere oruç tutmanın farz
kılınmasının sebebi, Allah (c.c.)’ın kullarına meşakkat vermek istemesi
değildir. Mazeret sayılabilecek bir hastalık veya yolculuk esnasında oruç
tutmamaya izin verilmiş olması bunu gösterir. “…Öyleyse sizden kim bu aya şahid olursa artık onu tutsun. Kim hasta ya da yolculukta olursa, tutmadığı günler sayısınca diğer günlerde (tutsun).
Allah, size kolaylık diler, zorluk dilemez.”2
Allah'ın indirdiği bütün
eski dinlerde de orucun farz kılındığı, bu farzın ilk ve asıl amacının mü'min
kalpleri takvaya, duyarlılığa, Allah'tan korkmaya ve arınmışlığa hazırlamak
olduğu şu ayette açıkça anlatılıyor:
"Ey müminler, sizden önceki ümmetlere olduğu gibi, günahlardan arınasınız
diye, size de oruç tutmak farz kılındı.”3
Böylece orucun asıl büyük
gayesinin takva olduğu meydana çıkmış oluyor. Çünkü kalplerde uyanış meydana
getirerek Allah'a itaat etmek ve O'nun rızasına, hoşnutluğuna öncelik tanımak
üzere bu ibadetin yapılmasını sağlayan faktör, takvadır. Çünkü takva yani
kalplere yerleşen Allah korkusu her kötülüğün önünde engel ve her hayrın yapılmasını
kolaylaştıran en önemli kuvvettir.
Kur’an-ı Kerîm’de, Ramazan ayının
en önemli özelliği o ay içerisinde Kur’an’ın indirilmiş olması olarak zikredilir.
“Ramazan ayı ki; insanlar için hidayet olan ve doğru yolu ve (hak ile
batılı birbirinden ayıran) apaçık belgeleri (kapsayan) Kur'an onda
indirilmiştir.” 4
Bu ayetten anlaşıldığına
göre Ramazan'da oruç tutmak, sadece ibadet ve nefsi terbiye için değil, aynı
zamanda Ramazan sırasında vahyedilen Kur'an nedeniyle Allah'a şükür etmek için
farz kılınmıştır. Bir nimete şükrünü göstermenin en iyi yolu, o nimetin
emrediliş amacını yerine getirmek ve mümkün olan en iyi şekilde gereğini ifâya
çalışmaktır.5 Elbette ki bize verilen nimetlerin en büyüğü
Kur’an’dır. Âlemlerin sahibi olan Allah’ın bu küçük mahlûkuna gönderdiği mesaj!
Bizi yaratan Rabbimizi tanımamızı ve sevmemizi sağlayacak tek kaynak! O’nunla
hem dünya, hem ahiret kurtuluşuna erebileceğimiz sağlam kulp! O’nun mesajının
yayılmasıyla ümmetin kurtuluşunun, düşmanın ise mahvoluşunun gerçekleşeceği
yegâne kuvvet… böyle büyük bir nimete layıkıyla şükür gerekir. İşte kendisi
içinde Kur’an’ın indirildiği Ramazan ayında oruç tutmak, hem bu nimet uğrunda
fedakârlık hem de şükür çeşididir.
Ayetin devamında Allah-u Teâlâ
şöyle buyurmaktadır. “Ve size doğru
yolu gösterdiği için Allah’ı yüceltmenizi ister, umulur ki şükredersiniz.” 6
Bize Kur’an’la doğru yolu
gösteren Allah’ı tekbir etmek, O’na hürmet ve saygı göstermek kulluğumuzun
gereğidir.
Allah'ı Tekbir; Esasen Allah'ı
tazîm ve saygı demektir ki, üç mânâ ile olur:
a) Akd-i Kalb (kalbin bağlanması)ile ki o; Allah'ın birliğine,
adaletine itikatla marifetin (bilginin) sağlamlığı ve şüphelerin yok oluşudur.
b) Söz ile; yani Allah'ın yüce sıfatlarını ve güzel isimlerini
ikrardır.
c) Amel de; namaz, oruç, diğer farzlar ve şer'an caiz görülmüş
şeyler gibi kulluk amelleriyle ibadet etmektir.7
Allah’ı ta’zim etmenin en güzel
yolu ise; onun ismi yüce olsun, emirleri çiğnenmesin, eşi-benzeri olmayan
ahkâmı yeryüzünde hâkim olsun diye gayret sarf etmektir. Bu gaye
gerçekleşmediği müddetçe sadece dille “Allah-u
Ekber” demenin Allah’ı tesbih etmekten öte bir manası olamaz. Ki Allah’ı tesbih
etmenin gayesi de dille Allah’ı anmak, O’nu ve O’nun gerçek mahbub (sevilen) ve
yegâne hâkim olması gerektiğini hatırlamaktır.
Bazı değerler, yüksek bedeller karşılığında elde edilirler. Rabbimizin
bizlerden istediği farzların insana kazandıracakları hesabedilecek olsa uğrunda
meşakkat çekmiş olmanın kıymeti kalmayacaktır. Allah için tutulan bir günlük
orucun mükâfatını Ebû Saîd el-Hudrî
(r.a.)’den gelen bir rivayette Allah Rasûlü (s.a.v.) şöyle ifade etmektedir. "Allah rızâsı için bir gün oruç tutan kimseyi Allah Teâlâ, bu bir
günlük oruç sebebiyle cehennem ateşinden yetmiş yıl uzak tutar." 8
Bu dünyada
imtihan için bulunuyor olmamız sebebiyle dünya ve dünya nimetleri bize hoş
gösterilmiştir. Allah kullarına nefisle birlikte ruhta vererek bizleri iki
yönlü yaratmıştır. Dünyadaki bazı nimetler nefsimizi harekete geçirirken
bazıları ruhumuza lezzet vermekte ve kalplerimizi diriltmektedir. Kalbi az da
olsa diri olan kimse, nefsine lezzet veren şeylerin ruhunu tatmin etmediğini ve
daralttığını hissedebilir. Kur’an’ın “Dikkat
edin! Kalpler ancak Allah’ı anmakla mutmain olur” 9 ifadesinden
de anlaşılacağı üzere nefsin zevkleri hakikî değildir. Çünkü nefis dünya
nimetlerinden zevk alır ki dünya metaı da ondan alınan lezzet de kendisi gibi
fanidir, anlık zevk verir. Güzel bir meyveye ulaşana kadar büyüyen arzuyu, onu yediğiniz
anda hissettiğiniz lezzeti bir dakika sonra hissedemezsiniz. Onunla beraber
lezzeti de bitmiştir. Bunu dünyanın bütün nimetlerine kıyaslamak mümkündür. İşte
burada; bu yanlış gidişattan kendini alamayan insana rahmet eli uzanır ve yılın
belli bir ayında, belli saatlerde onu bu ‘suflî
zevkler bataklığından’ zorunlu olarak çıkartır. Dünyanın geçici arzularının
izdihamında boğulmak üzere olan insan bütün hayatın yemek, içmek ve eğlenmekten
ibaret olmadığını hisseder.
Her insanın; nefsini dünya nimetlerinden
uzaklaştırarak Allah’ın verdiği manevî nimetleri hissedebileceği böyle bir
döneme ihtiyacı vardır. Dünya nimetlerinin kalplerimizde önemli bir yer
kaplaması, kalbin rahatlamasının, derin ve sağlıklı düşünmesinin önünde
engeldir. Hâlbuki yüce Rabbimizin bizlere verdiği nimetler sadece maddî
değildir. Hayatımızda belki de hiç tatmadığımız bir takım lezzetlerin olduğunu
Evliyaullah’tan öğrenebiliriz. İbrahim Ethem Hazretleri bunu şöyle ifade
etmiştir; “Bizde öyle bir lezzet vardır
ki eğer hükümdarlar onu bilselerdi, onu bizden almak için üzerimize ordular
gönderirlerdi.”
Ramazan ayı, nefsin değil de ruhun arzularına
ulaşmak maksadıyla değerlendirildiğinde bu hedefe ulaşmak için önemli bir
araçtır. Nefsin sesinin kesildiği, bedenin sakinleştiği ve durulduğu saatlerde
ruhun sesi yükselmeye başlayacaktır. Dirilmeye başlayan kalp, Kur’an-ı Kerîm
okumak, Allah’ı çokça zikretmek ve hayır-hasenatta bulunmak gibi ibadetlerle
beslenecektir. Ölü kalplerimizi diriltebilmek için, öncelikle Ramazan ayını ihya
etmek şarttır. Aksi halde Ramazan; gündüzleri sadece aç kalınan, akşamları
tıka-basa doymak için gün boyu yemek hesaplarıyla uğraşılan ya da bazıları için
gece ile gündüzün yer değiştirdiği bir zaman diliminden öteye geçemeyecektir.
Ramazan ayının nasıl ihya edileceğine gelince; İbn-i
Abbas (r.a.)’dan şöyle bir rivayet gelmiştir; "Rasulullah (s.a.v.) insanların en cömerdi idi. Onun bu cömertliği
Ramazan ay'ı girip de kendisiyle Cebrail (a.s.) karşılaştığı zaman daha da
artardı. Cebrail (a.s.) Ramazan ay'ı çıkıncaya kadar her gece Rasulullah
(s.a.v.) ile buluşup, Rasulullah (s.a.v.) O’na Kur'an'ı (okur) arzederdi. Rasulullah
(s.a.v.) Cebrail (a.s.) ile buluştuğunda insanlara rahmet getiren rüzgârdan
daha cömert, daha faydalı olurdu." 10
Bu Hadis-i Şerif’ten Ramazan
ayında Kur'an-ı Kerim'i hatmetmenin sünnet olduğu anlaşıldığı gibi, gücü
yetenlerin çokça sadaka vermelerinin, hayır ve hasenatta bulunmalarının da
sevap olduğu anlaşılmaktadır. Enes (r.a)'dan rivayet edildiğine göre Hz.
Peygamber (s.a.v.)'e; "Hangi sadaka
daha faziletlidir?" diye sorulunca, "Ramazan ayında verilen
sadaka" buyurmuştur.11
Aç kalan açların halini, susuz
kalan susuzların, muhtaçların halini anlar. İnsan oruçla; çoğu zaman hesapsızca
harcadığı bir damla suyun, bir dilim ekmeğin kıymetini ve muhtaçlara yardım
etmenin önemini anlamanın yanı sıra kıyamet günü en küçük bir hayra muhtaç olan
nefsi için bu dünyada kıymet verdiği malından, canından Allah yolunda
fedakârlık yapmanın kıymetini de anlayacaktır. Çünkü o gün insan cehennem
azabından kurtulabilmek için tüm dünyayı fidye olarak vermesi gerekse vermek
isteyecek fakat kimseden, salih amelden başka bir fidye kabul edilmeyecektir.
Ramazan’da önem verilmesi gereken diğer bir hususta ibadeti arttırmaktır.
Bu konuda Hz. Âişe (r.anhâ),
bir rivayetinde; “Rasûlullah(s.a.v.), Ramazan’da diğer aylardan
daha fazla (kulluk yapmaya) çalışırdı. Ramazan’ın son on gününde de Ramazan’ın
öteki günlerinden daha fazla ibadet ederdi” buyurmuştur.12
Yine Ebû
Hüreyre (r.a.)şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v.), kesin emir vermeksizin Ramazan gecelerinde ibadet
etmeyi tavsiye eder ve şöyle buyururdu: "Kim Ramazan’ın faziletine inanarak ve sevabını Allah'tan
bekleyerek terâvih namazını kılarsa, geçmiş günahları bağışlanır."13
Zeyd ibni Sabit
(r.a.)'den rivayete göre Rasûlullah (s.a.v.) bir gece mescidde hasırdan
edindiği hücresinden çıkarak hem farz namaz olan yatsıyı hem de teravihi
cemaatle kılmıştı. Cemaatin teravih namazına hücum ettiğini görünce, yatsıyı
kıldırıp odasına çekilerek teravihi kendi başına kılmıştı. Buhari'nin Hz. Aişe'den
rivayetine göre Rasûlullah (s.a.v.)'in teravih namazını böyle cemaatle kılması
iki ve üçü geçmez. Cemaatin aşırı arzu ve taleplerine binaen "Üzerinize
farz kılınacağından ve sizin de muktedir olamayacağınızdan korktum"
buyurmuşlardır.
Peygamberimizin
vefatından sonra halifelerden Ebubekir (r.a.) döneminin tamamında ve Hz. Ömer
(r.a.) döneminde herkes kendi başına kılıyordu. Hz. Ömer; “Dağınık vaziyette teravih namazını kılan insanları bir imam arkasında
toplasam iyi olacak” dedi ve Übey İbni Ka'b'ı teravih imamı tayin ederek
cemaati onun arkasında topladı ve bir seferinde de "Bu şekilde teravih
kılma ne güzel adet oldu" buyurmuştu. 14
Ayrıca Ramazan
ayında ibadeti arttırmanın yanı sıra orucun desteğiyle küçük büyük her türlü günahtan
da uzak durmaya çalışmak, bu şekilde hem orucumuzu hem de imanımızı zedelememek
gerekir. Ebû Hüreyre (r.a.)'den rivayet edildiğine göre Rasûlullah (s.a.v.)
şöyle buyurmuştur:“Oruç kalkandır. Biriniz oruç tuttuğu gün kötü söz
söylemesin ve kavga etmesin. Şayet biri kendisine söver ya da çatarsa: ‘Ben
oruçluyum’ desin.”15
Yine Ebu Hureyre’den bildirildiğine göre Rasûlullah
(s.a.v.) şöyle buyurdu; “Oruçlu bir kimse yalanı ve yalanla iş yapmayı terk
etmezse, onun yemesini içmesini terk etmesine Allah’ın hiçbir ihtiyacı yoktur.”
16
İşte bu doğrultuda geçirilen bir Ramazan nasıl Müslümanlar için Rahmet
olmasın!
Hassaten bu sıcak günlerde tutulan oruç, elbette zor bir ibadettir. Ama
hayrı muhafaza edilmiş, sevabına erilmiş ve kalplerin dirilişine vesile olmuş
bu ibadetin kazançlarını başka bir şekilde bulabilmek mümkün değildir. Efendimiz
(s.a.v.) ne güzel buyurmuştur; “Oruçlunun
rahatlayacağı iki sevinç anı vardır: Birisi, iftar ettiği zaman, diğeri de
orucunun sevabıyla Rabbine kavuştuğu andır." 17
Ya Rabbi!
Kalplerimizin ve ümmetimizin dirilişine vesile olan ve Sana kavuştuğumuzda
sevabıyla rahatlayacağımız bir Ramazan geçirmeyi nasib et. (Amin)
Semra Kuytul Furkan Nesli Dergisi 15.
sayı
1- Buhârî, Savm, 6
2-
Bakara, 185
3-
Bakara, 183
4-
Bakara, 185
5-
Tefhim’ul Kur’an
6-
Bakara, 185
7-
Elmalılı Hamdi Yazır Tefsiri
8-
Buhârî, Cihâd 36; Müslim, Sıyâm 167–168
9-
Ra’d, 28
10-
Buhari, Savm, 7
11-
Tirmizi,
Zekat, 28
12- Müslim, İtikaf, 8
13- Müslim, Müsâfirîn 174
14-
Riyazu’s-Salihin Tercümesi, Abdullah Parlıyan sf. 348.
15- Buhari, Savm 8.
16-
Buhari, Savm, 8.
17-
Buhârî, Savm, 9; Müslim, Sıyâm, 163.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder