“Huve Allahu’llezi Lê İlêhe İlle Huve”
“O Allah ki O’ndan başka ilah yoktur.”
Çünkü kâinatı
‘Ol’ emriyle yaratan, içindeki bütün mahlukatını rızıklandıran ve gözeten,
ayrıca hayale gelebilen veya gelemeyen bütün üstün sıfatlara sahip olan tek zât
O’dur.
Allah(c.c.) : Uluhiyete
mahsus sıfatların hepsini kendinde toplamış bulunan Zat-ı Vacibu’l Vücud, yani varlığı kimseye bağlı olmayan ve On’suzluğun
asla düşünülemeyeceği tek ilahtır.
Yüce Allah
kendisini kitabında şöyle tanıtmaktadır. “O öyle Allah’tır ki, Ondan başka ilah
yoktur. Görülmeyeni ve görüleni bilendir. O Rahman’dır, Rahim’dir. O öyle
Allah’tır ki, Ondan başka ilah yoktur. Melik, Kuddûs, Selam, Mü’min, Müheymin,
Aziz, Cabbâr, Mütekebbir’dir. Allah onların koştukları ortaklardan münezzehtir.
O, Yaratan, var eden, yarattıklarına şekil veren Allah’tır. En güzel isimler
O’nundur. Göklerde ve yerde olanlar O’nu tesbih ederler. Ve O Aziz’dir, Hâkim’dir.(Haşr
22-24)
Allah
Resulü (s.a.v.)’de bu konuda “Allah Teâlâ’nın doksan dokuz ismi vardır, yüzden
bir eksiktir. Çünkü Allah tektir teki sever. Kim onları sayarsa,( ezberlerse
veya şuur ile anlarsa) cennete girer”
buyurmuştur. (Buharı Müslim)
Bundan
dolayıdır ki, Lafza-i Celâl’in diğer bütün isimleri kapsayan özelliği vardır. Ve
yalnızca İslam’a mahsus bir isimdir. Çoğunluk âlimler tarafından Arap dilinde
“Allah” lafzının hangi kökten türediği söz konusu edilmemiştir ve daha önce
başka bir manaya da kullanılmamıştır. O, doğrudan doğruya hakikî Ma’bud’un özel
ismi olarak vaaz edilmiştir. Buna bağlı olarak, O’nun zatı, her şeyden önce
gelir. Allah ibadete layık olduğu için Allah değil, bizatihi Allah olduğu için
ibadete layıktır. Diğer dillerde Allah Lafza-i Celalini karşılayacak, aynı
anlam ve muhteva genişliğine sahip başka bir kelime yoktur. (İbni Kesir C 2 sf.
55)
Rabbini bu
sıfatları ile tanımayan kul, hayatına nasıl yön vereceği veya ne ile tatmin
olacağı konusunda arayıştan kurtulamaz. Çünkü ulvi sevgiyi kuşanmaya
kabiliyetli yaratılan insanın, geçici, noksan, bayağı zevkler ile doyuma
ulaşabilmesi mümkün değildir.
Yarattıklarındaki
çeşitliliği, mükemmelliği ve güzelliği seyrederek, Allah’ı tanıma ilminden bir
damla içecek olan insanın, göz kamaştıran ilahını, mahlûkatında seyretme,
kendini O’nun engin ilmine teslim etme arzusu tutuşacak ve O’nu nasıl öveceğini
şaşıracaktır.
Allah Resulü’nün bir hadisinde kelimelerin
kifayetsizliğinde Yüce Allah(c.c.)’a yakışır hamd etmeye güç yetiremeyen bir
kul çareyi melekleri bile şaşırtan şu ifade de buldu. “Ya Rabbi, Sultanlığının azametine,
zatının celâline layık olan hamd sana mahsustur.” İki melek bu sözün
sevabını yazmakta o kadar müşkil duruma düştüler ki, ne yapacaklarını
bilemediler. Nasıl ölçecekler, neyle tartacaklardı. Allah (c.c)’ın huzuruna
çıkarak: Ey Rabbimiz bir kul öyle bir söz söyledi ki onu nasıl
değerlendireceğimizi bilemiyoruz dediler. Kulunun ne dediğini en iyi bilen
Allah-u Teâlâ: Kulum ne dedi buyurdu. “Sultanlığının azametine, zatının celâline
layık olan hamd sana mahsustur dedi” dediler. Allah-u Teâlâ buna karşılık Meleklere: “Kulumun söylediği gibi yazınız.
Benim huzuruma geldiğinde onun mükâfatını ben vereceğim” buyurdu.” (Buharı
Zikir babı)
İbrahim
(a.s.) duası ile huzuruna geldik; “Ey bizi yaratan ve hidayet veren, bizi
yediren ve içiren, hastalandığımızda şifa veren, bizi öldürecek ve diriltecek
olan, kıyamet günü hatalarımızı bağışlayacağını umduğumuz Rabbimiz, bize hüküm
(hikmet) bağışla, bizi Salihlere kat ve bizden sonra gelecekler arasında
doğrulukla yâd edilmeyi nasip eyle.” (Şuara 78-84)
SEMRA
KUYTUL Furkan Nesli Dergisi 2. sayı
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder