14 Kasım 2013 Perşembe

ALLAH (C.C.)

                                                                                     

“Huve Allahu’llezi Lê İlêhe İlle Huve”
“O Allah ki O’ndan başka ilah yoktur.”


Çünkü kâinatı ‘Ol’ emriyle yaratan, içindeki bütün mahlukatını rızıklandıran ve gözeten, ayrıca hayale gelebilen veya gelemeyen bütün üstün sıfatlara sahip olan tek zât O’dur.

Allah(c.c.) : Uluhiyete mahsus sıfatların hepsini kendinde toplamış bulunan Zat-ı Vacibu’l Vücud, yani varlığı kimseye bağlı olmayan ve On’suzluğun asla düşünülemeyeceği tek ilahtır.
 
Yüce Allah kendisini kitabında şöyle tanıtmaktadır. “O öyle Allah’tır ki, Ondan başka ilah yoktur. Görülmeyeni ve görüleni bilendir. O Rahman’dır, Rahim’dir. O öyle Allah’tır ki, Ondan başka ilah yoktur. Melik, Kuddûs, Selam, Mü’min, Müheymin, Aziz, Cabbâr, Mütekebbir’dir. Allah onların koştukları ortaklardan münezzehtir. O, Yaratan, var eden, yarattıklarına şekil veren Allah’tır. En güzel isimler O’nundur. Göklerde ve yerde olanlar O’nu tesbih ederler. Ve O Aziz’dir, Hâkim’dir.(Haşr 22-24)

Allah Resulü (s.a.v.)’de bu konuda “Allah Teâlâ’nın doksan dokuz ismi vardır, yüzden bir eksiktir. Çünkü Allah tektir teki sever. Kim onları sayarsa,( ezberlerse veya şuur ile anlarsa)  cennete girer” buyurmuştur. (Buharı Müslim)

Bundan dolayıdır ki, Lafza-i Celâl’in diğer bütün isimleri kapsayan özelliği vardır. Ve yalnızca İslam’a mahsus bir isimdir. Çoğunluk âlimler tarafından Arap dilinde “Allah” lafzının hangi kökten türediği söz konusu edilmemiştir ve daha önce başka bir manaya da kullanılmamıştır. O, doğrudan doğruya hakikî Ma’bud’un özel ismi olarak vaaz edilmiştir. Buna bağlı olarak, O’nun zatı, her şeyden önce gelir. Allah ibadete layık olduğu için Allah değil, bizatihi Allah olduğu için ibadete layıktır. Diğer dillerde Allah Lafza-i Celalini karşılayacak, aynı anlam ve muhteva genişliğine sahip başka bir kelime yoktur. (İbni Kesir C 2 sf. 55)

Rabbini bu sıfatları ile tanımayan kul, hayatına nasıl yön vereceği veya ne ile tatmin olacağı konusunda arayıştan kurtulamaz. Çünkü ulvi sevgiyi kuşanmaya kabiliyetli yaratılan insanın, geçici, noksan, bayağı zevkler ile doyuma ulaşabilmesi mümkün değildir.

Yarattıklarındaki çeşitliliği, mükemmelliği ve güzelliği seyrederek, Allah’ı tanıma ilminden bir damla içecek olan insanın, göz kamaştıran ilahını, mahlûkatında seyretme, kendini O’nun engin ilmine teslim etme arzusu tutuşacak ve O’nu nasıl öveceğini şaşıracaktır.

 Allah Resulü’nün bir hadisinde kelimelerin kifayetsizliğinde Yüce Allah(c.c.)’a yakışır hamd etmeye güç yetiremeyen bir kul çareyi melekleri bile şaşırtan şu ifade de buldu. “Ya Rabbi, Sultanlığının azametine, zatının celâline layık olan hamd sana mahsustur.” İki melek bu sözün sevabını yazmakta o kadar müşkil duruma düştüler ki, ne yapacaklarını bilemediler. Nasıl ölçecekler, neyle tartacaklardı. Allah (c.c)’ın huzuruna çıkarak: Ey Rabbimiz bir kul öyle bir söz söyledi ki onu nasıl değerlendireceğimizi bilemiyoruz dediler. Kulunun ne dediğini en iyi bilen Allah-u Teâlâ: Kulum ne dedi buyurdu. “Sultanlığının azametine, zatının celâline layık olan hamd sana mahsustur dedi” dediler. Allah-u Teâlâ buna karşılık Meleklere: “Kulumun söylediği gibi yazınız. Benim huzuruma geldiğinde onun mükâfatını ben vereceğim” buyurdu.” (Buharı Zikir babı)

İbrahim (a.s.) duası ile huzuruna geldik; “Ey bizi yaratan ve hidayet veren, bizi yediren ve içiren, hastalandığımızda şifa veren, bizi öldürecek ve diriltecek olan, kıyamet günü hatalarımızı bağışlayacağını umduğumuz Rabbimiz, bize hüküm (hikmet) bağışla, bizi Salihlere kat ve bizden sonra gelecekler arasında doğrulukla yâd edilmeyi nasip eyle.” (Şuara 78-84)
                                                                                                                                             
SEMRA KUYTUL Furkan Nesli Dergisi 2. sayı










































Hiç yorum yok:

Yorum Gönder