Bizleri
yaratıp, nimetleri ile rızıklandıran ve hidayet yolunu göstererek en büyük
nimete erdiren Allah(c.c.)’a hamd, yaşadığı îtinalı hayatı ile hayatımızın her
anına ışık tutan yüce Peygamberimize salât ve O’nu en güzel bir şekilde takip
eden güzide ashabına ve yine onların titiz takipçilerine selam olsun.
Mana
itibariyle “Fıkıh” kelimesi; aslen Arapça olup bilmek ve anlamak demektir.
Klasik anlamıyla Fıkıh ise; insanın amelî yönden lehine ve aleyhine olan
şeyleri, yani hak ve vecîbelerini bilmesidir.
İslam
fıkhı başlı başına bir ilim dalıdır.
İbadetlerimizin
şekillerini, şartlarını ve inceliklerini içermekle kalmayıp, hayatımızın her
alanına Kur’an ve Sünnet’e göre yön veren ve doğruya, adalete nasıl isabet
edebileceğimizi gösteren önemli bir ilimdir.
Her
işin doğal olarak birden fazla uygulama şekli vardır. Mesela insan çok çeşitli
usullerle yemek yiyebilir. Bu her usûlün doğru olduğunu göstermez. Fakat
‘adabına uygun yemek nasıl yenmelidir?’ diye sorulacak olsa olgun akla sahip
olan insanlar bir veya iki usûlün doğruluğu üzerinde birleşirler.
Aynı şekilde çok çeşitli para kazanma
yollarını kullanarak ticaret yapmak mümkün olduğu halde, her yolun, her iki
taraf için de adil olduğu, her iki tarafı da zarardan koruduğu veya her iki
taraf için de kazanç sağladığı düşünülemez. Bir takım para kazanma yollarının bir tarafı neredeyse Karun
derecesine yükseltirken diğer tarafı intihara kadar götürdüğünü ibretle
müşahade ettiğimiz günümüzde, hak ve adaletin hakim olmadığı toplumların
insanlarını, nasıl bir bataklığa sürüklediği de açıkça görülmektedir.
O, halde kişisel veya toplumsal olarak her
alanda doğru hareket edebilmeyi öğrenebilmek ne ile mümkün olacaktır?
Kadına, erkeğe, işçiye, patrona,
çiftçiye, esnafa, gence, yaşlıya, yönetene, tebaaya hakkını verecek düzene nasıl ulaşılabilir?
İnsanın kendi başına tespit ettiği
kurallar ile böyle bir medeniyete ulaşamayacağına, içinde yaşadığımız yüz yıl
dahil olmak üzere dünya tarihi şahittir.
İslam
fıkhı: Hak ve adalette isabetli olabilmek için; zeki insanların,
yüzyılların neticesinde ve deneme-yanılma yöntemiyle bile
ulaşamayacakları doğru yaşama kurallarına, insana
en uygun, adil, temiz, onurlu bir hayat tarzının nasıl olacağını en iyi
bilen Allah (c.c.)’ın yol göstermesiyle
kısa yoldan ulaşabilmenin
ilmidir.
Çünkü
insanı yaratmış olması hasebiyle fizyolojik,
psikolojik ve sosyolojik yönden onu en iyi tanıyan hatta tek tanıyan Allah’tır. İnsan bu kadar nakıs ilmiyle, Allah’ın
kanunlarına alternatif getirebilmek şöyle dursun, Yaratanın sonsuz ilmiyle
koyduğu bazı kanun ve kuralların gereğini ve hikmetini bile henüz tam olarak
çözebilmiş değildir.
Daha açık bir ifade ile 21. Yüzyıl da yaptığı
en büyük, en bilimsel icadını bile, Allah’ın bir sivri sineği yaratmasıyla dahi
kıyaslayamayacak olan insanın, hüküm koyma konusunda Allah’tan daha isabetli ya da en azından benzeri
olduğunu bile iddia etmesi gülünç değil midir?
İdarede,
Aristo mantığını kabul etmek isteyen yöneticilerin, bu talep ile halkın
menfaatlerini düşünmekten çok kendi saltanatlarını düşündükleri açıktır.
Aristo mantığı; “Allah kâinatı yarattı. Bundan sonra
bıraktı, ona ehemmiyet vermedi. Zira Allah, daha aşağı olan bu âlemle
uğraşmaktan âlidir. O ancak kendi zâtını düşünür!” derken, Allah nezdinde küçük
olan bu âlem ile uğraşmayı Allah’ın hâlık sıfatıyla bağdaştıramamıştır. Fakat
bu arada, Yüce Allah’ın yarattığını başıboş bırakmayıp, mahlukatının en
küçüğünden en büyüğüne kadar gözetici olmasının Hâlık sıfatının bir gereği ve
O’nun kudretinin ne kadar büyük olduğunun en önemli delillerinden biri olduğunu
düşünememiştir.
Yarattığına ehemmiyet vermeyerek bırakması
anlayışı, Allah’ın yaratma gücünü ön plana çıkarırken, Hakîm yani yaptığı işi
bir hikmete binaen yapma, Kâdiri Mutlak yani ,sonsuz-sınırsız kudret sahibi
olma gibi diğer bütün sıfatlarını bir kenara bırakarak Allah'a, boş işle iştigal etmek, sıfatını
yakıştırmaktır. (Rabbimizi bundan tenzih ederiz.)
Hâlbuki Allah (c.c.) “Biz ğöğü ,yeri ve bunlar
arasındakileri, bir eğlence olsun diye yaratmadık” (Enbiya16) buyurmaktadır.
O öyle bir Rab’tır ki yarattığı mahlûkatına,
hassaten insana değer vererek sahipsiz olmadıklarını bildirmiş, ve vahyin
ışığının kesildiği asırlarda, zulmetin karanlığında savrulan insanlığı
müjdelercesine “Dikkat edin yaratmakta hükmetmekte ancak Allah’a aittir”
buyurmuştur.
Huzur ve medeniyetin Allah’a teslimiyetten
başka yerlerde aranması ne kadar acı değil midir?
Semra
Kuytul -Furkan Nesli Dergisi- 2. sayı
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder