21 Mart 2018 Çarşamba

Alparslan Kuytul Hocaefendi Hakkında Son Durum | Tweetler




-21.03.2018 tarihinde attığım tweetler-

Tüm kardeşlerime hayırlı sabahlar..

Dün muhterem Hocamızla görüştük, sağlık durumu iyi. O zaten sağlığına dikkat eden birisidir. Orada da aynı şekilde kendine dikkat ediyor... Yine Kur'an-ı Kerim ve kitap okumaya devam ediyor hatta ufaktan ufaktan yazmaya da başlamış...

Ufaktan ufaktan diyorum çünkü şu güne kadar, bize mektup ve nasihatler yazmasını istediğimizde 'şimdi sadece okumak istiyorum' diyordu. Dün itibariyle bir mektup yazacağını söyledi..

Ayrıca bazı şikâyetleri vardı onlar hala devam ediyor. Mesela hala ona Tv verilmedi. Bir ay önce teslim ettiğim kitaplar hala verilmedi. Elindeki iki kitabı tekrarlı okuyor..

Tv konusunda ise Cezaevinde tam bir muhatap bulamıyoruz. Parası en baştan ödenip, kendisi de talep eden dilekçeyi verdiği halde bir buçuk aydan beri verilmedi. Orada görevlilerden soruyoruz. Dosya da FETÖ kelimesi geçtiği için FETÖ kapsamında olanlara verilmediğini söylüyorlar. Fakat biz onlara da verilmiş olduğunu duyduk..

Hiçbir terör örgütü ile alakamız olmadığı halde terör suçlularına bile verilen bir hakkın bize verilmemesi doğal olarak Hocaefendi'nin zoruna gidiyor. Bu durum ile Bakanlık ilgileniyorsa ki öyle söyleniyor, bunun sebebini bize açıklamalılar...

Ne yapmamız gerekiyorsa tabi ki yapacağız.. Ama şimdilik sadece haberiniz olsun diye bildirdim biraz daha bekleyelim hala böyle devam ederse gereken neyse yaparız. Meşru yollarla hakkımızı ararız inşaAllah..

Şimdiye kadar size söylemedim ama mesele TV değil, her gittiğimde Hocamız, 'terörist dediklerine, katillere verdiği hakkı bana vermiyorlar' diyerek bu durumun zoruna gittiğini söylüyordu... ama 'bekleyelim' diyordu. Ama artık bir buçuk ay oldu ben de sizlere bildirmek istedim.

Bunların dışında genel olarak bir sıkıntısı yok.. Hatta 'ben, bana hapislikten daha ağır gelen günler geçirdim' dedi. Sanırım Abdurrahim Karakoç’un şu mısrası onun ne kastettiğini ifade ediyor.

"Onulmaz dostların açtığı yara,
Düşmanın kurşunu öldürmez bizi!"

Buna ben de birçok kardeşim de şahittir. Moral bozukluğundan (derslerin dışında normal hayatta) ağzından tek bir kelime çıkmadığı günleri biliyoruz. Şimdi öyle değil kalbi, kafası rahat, konuşurken ara ara gülümsüyor. 

Çünkü Hakkı söylemenin bedelini ödemek vicdana ağır bir durum değil!

21.03.2018
Semra Kuytul


Abdurrahim Karakoç'un Bir Gönül Dostuna Cevap Şiir'i







Bir Gönül Dostuna Cevap

Rıza-yı Hak için çıkmışız yola

Kulların engeli yıldırmaz bizi
Onulmaz dostların açtığı yara 
Düşmanın kurşunu öldürmez bizi

Ayrılık olursa öz ile sözde 

İçimiz dışımız kavrulur közde 
Ülkümüz nişanlı arpacık gezde
Şer güçler hedeften kaldırmaz bizi

Yalınayak geçtik dikenden taştan

Ne çıkar rüzgârdan, doludan, kıştan
Yırtılan destanlar yazılır baştan
Tufanlar sahneden sildirmez bizi

Kader bu...teslim ol, kafayı yorma 

Aklın kaynağını deliden sorma
Aylara, yıllara üzülüp durma
Sıcaklar soğuklar soldurmaz bizi

Gittiğimiz Hak Yol öyle bir yol ki

Hırs atına binmek günahtır belki
Sabrımız, sevdamız o kadar bol ki
Okyanuslar aksa doldurmaz bizi

Sıcak tut sevgiyi aşk ocağında

Yaşa da olgunlaş gam kucağında 
Şu ruhsuz dünyanın şu zül çağında
Olanlar ağlatır güldürmez bizi

Sözünde durandır yiğidin hası

Mezarda bitmez dostun vefası
Üç günlük dünyanın bin bir cefası
'Böldü' deseler de, böldürmez bizi

Sağlam atılmışsa temeller eğer

Allah rızasıysa emeller eğer
Niyete uygunsa ameller eğer
Kimseler yem için yeldirmez bizi

Çile, bela yağıyorken etrafa

Hak, adalet dedik çıktık ön safa
'Kötü' tanıtsa da üç-beş et kafa
Tarih kötü diye bildirmez bizi

Fitneye en güzel cevap sükûttur

Öfke günah dolu, sevap sükûttur
Tuzağa çok düştük hayli vakittir
Tedbir bataklara daldırmaz bizi
Bir ateş yakılır, sönmez bir daha
Bu bayrak gönderden inmez bir daha
İlkbahar hazana dönmez bir daha
Mevla yâd ellere yoldurmaz bizi
Abdurrahim Karakoç


18 Mart 2018 Pazar

Kıymetli kardeşlerime… ALPARSLAN KUYTUL HOCAEFENDİ SERBEST KALDIĞINDA BAYRAM ETMEYECEĞİZ!




Hocamın Kıymetli talebeleri!

Bu davanın sadık emanetçileri!

Sadece Hocasına değil; onun hak sözüne, davasına, hassaten Allah ve Rasulüne bağlılığını ispat etmiş olan ve;

Bu hak yolda rahatından vazgeçip çilelere talip olan çok kıymetli kardeşlerim!

Alparslan Kuytul Hocaefendi Cezaevinde…

Duygularınız benim de duygularım…

Şimdi hüzünlüyüz,

Boynumuz bükük,

Kalplerimiz buruk,

Canımız yanıyor!

Belki bazılarımız şöyle düşünüyordur ;

Hocamız serbest kalırsa ne kadar da çok sevineceğiz, hüznümüz dağılacak ve artık canımız acımayacak!

Hayır, tam aksine. Hocaefendi serbest kaldığında bayram etmeyeceğiz!

Ben başımıza gelen bu olay da şöyle bir hikmet gördüm;

Ben, konferanslarımız engellenirken de çok müteessir oluyordum. Bizzat benim de konferansım engellenip kapıda kaldığımda derinden üzülmüş ve öz vatanında parya olmanın manasını derinden hissetmiştim. Hatta en son ki iptallerden Niğde konferansının son dakikada emniyet tarafından engellendiğinde Adana’ya gelene kadar bu durumu hazmedemeyip duygulandığımı unutamıyorum. 

Hocaefendi de her bir defasında ayrı üzülüyordu. Her bir iptalde bir sürü emek, umut heba ediliyordu. İkinci sınıf vatandaş muamelesi görmek de çok ağır bir durum, bunu da ancak yaşayan bilir.

Bu son olaylarda, yaşanan baskınlarda ve Hocaefendi ile birlikte dört kardeşimizin tutuklanmasında ise başka duygular hissettik

Ümmetin, milletimizin acısını tattırdı Rabbim bize,

Mahkûm psikolojisini derinden tefekkür ettik. Zulüm acısını en derinden hissettik, zulmün o hazmedilmez lokması bizim de boğazımıza takıldı kaldı.

Çünkü Hocaefendi’yi cezaevine koymakla bizi can evimizden vurdular. Şimdi tüm kardeşlerimin benim gibi şöyle düşündüğünden eminim: “Hocamın başına gelen benim başıma gelseydi, bir an ‘ah’ etmezdim!” Çünkü biliyoruz ki hak yolda başa gelen her musibet günahlara kefarettir, mertebe yükselmesidir ve dahi şereftir. Ama ona kıyamadık…

Bu sebeple daha derin duygular yaşamamıza sebep olan bu süreç ümmetin derdini içselleştirmemizde yardımcı oldu.

Evet, biz hep bu ümmetin derdi ile dertlendik. Irak’la, Suriye’yle alakalı videolar izlediğimizde gözyaşlarımıza hâkim olamadığımız çok anlarımız oldu. Zulme uğrayan o bebelerin, kadınların, erkeklerin acısını, cezaevlerinde suçsuz yere tutulan tüm kardeşlerimizi defalarca konuştuk, anlattık, ağladık… Ama ben şunu görüyorum ki kuyuya düşen olmak başkaymış! Hissiyat derinleşince başka bir pencere açılıyor insana.. Oradan başka görünüyor artık her şey. Rabbim bize o pencereden bakabilmeyi öğretti.

Şimdi şöyle düşünüyorum, 
Alparslan Kuytul Hocaefendi serbest kaldığında sevinemeyeceğim,

Kalbim buruk kalmaya devam edecek,

Tüm suçsuzlar serbest kalana kadar,

Ülkemde, Filistin’de, Irak’ta ve adını sayamadığım her yerde tüm mazlumlar özgür olana kadar,

Ümmet olarak başımıza yağan bombalar durana kadar,

Her yerde silahlar susana kadar,

Bu zulümleri yapanlardan hesaplar sorulana kadar,

Zalimlerin ciğerine kor ateşler düşene kadar…

Bitmeyecek bu hüzün!

Belki diyeceksiniz, “Hocam zaten üzülüyorduk, hatta önceden de bu söylemlerle çalışıyorduk, yerimizde duramıyorduk”

Evet, öyle ama önceden ilme’l yakîn ile biliyorduk, şimdi ayne’l yakîne ulaştık, hatta bazılarımız hakka’l yakîn ile anladı ümmetin acısını…

Biz bu şuurda olursak ne olacak biliyor musunuz?

Alparslan Kuytul Hocaefendi’nin serbest kalması tüm mazlumlara umut olacak!

Zulüm, şimdiye kadar geldiği gibi devam etmesin diye bilenmiş bir topluluk var artık!

Yine konuşacağız, anlatacağız, yaşayacağız, çalışacağız ve tüm mazlumlara; umut, destek, kol-kanat olacağız!

Rabbim bu hüznü bize boşa tattırmadı elbette.

Geçen sene Gaziantep'te bayanlarla gerçekleştirdiğimiz bir söyleşi programında, moderatör kardeşim bana ‘hayalimi’ sordu. Ona kendimi bildim bileli hayalini kurduğum şeyi söyledim. Şunu dedim: Benim en büyük hayalim; bir gün ülkemde zulümlerin sona erdiğini görmek ve hatta Filistin’de, Irak’ta, Mısır’da kâfirlerin hapishanelerinde zulme uğrayan kardeşlerimin kapılarını kendi ellerimle açmak…

Şimdi bunu bir kez daha söylüyorum:

Biz bu bayramı ya hep beraber yaparız ya da hiç yapmayız!

Tüm din kardeşlerimle ya hep beraber güleriz ya da hiç gülmeyiz!

Yüreklerimiz zulme uğrayan herkes ile birlikte soğumayacaksa asla soğumasın!

Diyeceksiniz “zeten öyle değil miydi?” Evet, öyleydi ama önce dildeymiş şimdi gönülde!

18.03.2018
Semra KUYTUL



17 Mart 2018 Cumartesi

Ak Parti'yi Bırakan Bırakana




Başlık çarpıcı değil mi? Evet ama hakikatler de öyle… Hatta daha da çarpıcı...

Hakikatlere gözü kapatmak gerçeği değiştirmiyor…

“Herkes hala bizi destekliyordur herhalde, iyi olur inşallah” gibi inşaallahlarla, maşallahlarla yola çıkılmayacağını en iyi siyasetçiler bilir…

Ben bugün burada gördüklerimi, duyduklarımı sizlerle paylaşmak istiyorum. Hatta gördüklerin duydukların doğru diyenler isterlerse altına yorum girsinler.. Çünkü ben sizlerin yalancısıyım..

Açıkçası gördüklerimden dolayı ben de şaşkınım!

Açıklamaya şuradan başlayayım;

Biz şimdiye kadar Ak Partiye düşmanlık etmedik

Şimdi de düşmanlık etmiyoruz…

Hocaefendinin yaptığı, her âlimin görevi olan uyarmak ve onları yanlışlardan, tehlikelerden uzaklaştırmaya çalışmaktı. Biz “sözü acı olan dost”tuk… bilselerdi…

Biz şimdiye kadar Ak Partiye düşmanlık etmedik. Alparslan Kuytul Hocaefendi bunu bizzat dile getirdi. Ama gördüğü sıkıntıları da söyledi elbette. Hatta eleştirilerini dile getirirken bile “beni dinlerlerse onların hayrına olur, bu yapılanlar Ak Partiye zarar veriyor” diye eklemiştir defalarca.

Bu ülke de ilk defa “Ak Parti’ye bindiği dalı kestiriyorlar, dikkat etsinler” diyen Hocaefendi’dir.

“Bu troller Ak partiye zarar veriyor, bunlara terbiye versinler” diyen yine odur.

Hatta o aleyhlerine zannettikleri “kalemi kırılmıştır” meselesi onun en dostane uyarılarından birisidir. “Dikkat edin kaleminizi kırmış gibi davranıyorlar. Amerika aleni aşağılıyor. Uganda bile Cumhurbaşkanımızı dolayısıyla onun temsil ettiği ülkemizi, milletimizi aşağılıyor, Muhammed Ali’nin cenazesinde dışlanıyoruz. Bunlar Amerika’nın bizi gözden çıkardığını gösteriyor” demek istemişti ki zaten onun bu açıklamalarından çok geçmedi Amerika ile aleni atışmalar başladı. Bazı çevreler videoyu kırparak bu meseleyi çarpıtıp sanki kalemi kıran Hocaefendiymiş (!) gibi göstermek istediler. Hatta Hocaefendi buna karşılık verdiği cevapta “ben mi Cumhurbaşkanının kalemini kıracam, benim ne buna gücüm var ne de böyle bir art niyetim” dedi. Zaten videonun tamamı izlendiğinde niyeti gün gibi açıktır. O konuşma, Amerika ile aramızın açıldığının siyasi bir analizinden ibaretti. Hatta aynı videonun sonunda “beni dinlerlerse onların hayrınadır” cümlesi var.

Hocaefendi, dört sene önce bize konferans için salonlar verilmezken de bu konulara değindi. “Birileri Hükümet yetkililerine bizim hakkımızda yanlış bilgi vererek düşmanlarını arttırmaya çalışıyor” dedi. Hatta ilk zamanlarda “ben, bize yapılan bu engellemelerden Tayyip Erdoğan’ın haberinin olduğunu sanmıyorum” demişti. “Bu durum kendilerine zarar veriyor, etrafında samimi birileri varsa haber versinler” demişti.

El hasıl biz iyi niyetimizi uzunca bir süre bozmadık.

Hatta hala bile Cumhurbaşkanı ve bazı yetkililer bizi yanlış tanıyor olabilirler diye düşünüyoruz.

Onlara kırpılarak manası değiştirilmiş videolardan bahsediliyor olabilir. Bize gerçekleştirilen bu operasyonda ve Hocaefendi’nin şu anda tutuklu bulunmasında da böyle bir yanlış tanıma üzerinden yüründüğü yakında ortaya çıkacak diye düşünüyorum.

Çünkü ne Alparslan Kuytul Hocaefendi ne de cemaati Müslümana düşmanlık edecek değil…

Gelelim asıl meseleye; AK partiden ayrılan ayrılana…

Evet, çok bariz olarak böyle bir görüntü var.

Aslında yeni değil bu kırılma çok önce başladı. Çözüm süreci bitirildikten sonra soğuma görüldüyse de 15 Temmuz sonrası kafalar iyice karıştı. Terörle alakası olmayanların (sonradan mahkeme kararı ile aklananlardan ya da hala mahkemesi olmayıp 20 aydır cezaevinde bekleyenlerden bahsediyorum) kendileri, yakınları ve sevenlerinde de ciddi bir çözülme oldu ki bunların çoğu AK Partiliydi. Bu sebeple “artık asla AK Partiye oy vermem” diyen o kadar çok kişi duydum ki… Çok yaygın bir operasyon olunca çok kişi etkilendi tabi.

28 Şubat'tan içerde olanların durumu daha da beter. 20 aydır bekleyip “suçsuzmuşsun” denilmesinden daha beteri 20 yıldır suçsuz yere içerde yatanlar ve onların yakınları, tanıdıkları!

Bunlar artık 28 Şubat darbecilerine değil Ak parti Hükümetine kızıyor. Çünkü 15 yıldır yönetim bunlarda!

Sabır sabır da o da bir yere kadar! 20 yıl! Az değil, dile kolay!

Özellikle şu iki yıldır sağcısından solcusundan konuşanın içeri alınması ve hükumette görülen bu tahammülsüzlük zaten toplumu çok geriyordu. 

Sonra Laik, Demokratik söylemler ister istemez müslüman bir kesimi soğuttu. Hele Anıtkabir’e yapılan çıkartmanın bu kesim için izahı çok zordu. Bu da ciddi bir kırılma sebebi oldu.

İşsizlik, ekonomik sorunlar, artan pahalılık ve %’yüzlerce artan suç oranları… Bunlara hiç girmiyorum…

Bütün bunların üzerine bir de bizim şu bizim meselemiz gelince bazılarında ipler iyice koptu.

Bardağı taşıran son damlalardan biri de Alparslan Kuytul Hocaefendi’nin tutuklanması oldu.

Açıkçası Alparslan Kuytul Hocaefendi’nin tutuklanmasının toplumda bu kadar büyük yankı uyandıracağını beklemiyordum.

Şaşkınım… İnsanlar onun; dinine menfaat karıştırmadan hizmet etmesini, dik duruşunu, hakkı korkusuzca söylemesini sevmişler meğer!

Bu süreçte o kadar çok kişiden şunu duydum ki; “hadi o PKK’cıydı, bu darbeciydi, peki Alparslan Hoca ne diye alındı.” Doğruları söylediğini, kimseden hiçbir menfaat beklemediğini, samimiyetini herkes biliyordu. Bu memlekette fikir özgürlüğü bu kadar mı yok oldu? Akıllarda dolaşan soru bu!

Kimi görsem bana şunu söylüyor. “Eşim Ak Partili idi, artık asla ona oy vermem” diyor, “akrabalarım teşkilattaydı daha da yeter, gitmem” diyor. 

“Alparslan Hoca doğruları konuşuyordu, bu adama da bunu yaptılar ya artık benim için Ak parti bitti” diyenler! Vallahi kiminle konuşsam buna benzer hatta maksadını aşan sözler duyuyorum. Bunlar bizim camia değil? Bize düne kadar şiddetle karşı çıkanlardan, "neden hükumeti eleştiriyorsunuz" diyenlerden bahsediyorum.

Biz 4 yıldır Ak parti Hükümeti tarafından engelleniyoruz. Bu duruma tepkimizi de dile getiriyoruz, ben şimdiye kadar böylesini hiç görmedim. O zamanlar Akpartililer bize kızıyor, sert tepkiler veriyordu. Şimdi tam tersi oldu! Kimsenin bize karşı sesi çıkmıyor. Mahcuplar hatta…

Şimdiye kadar ki engellenme sürecinde “Alparslan hoca da öyle konuşmasın canım” diyenler, şimdi “Konuştu diye adam içeri atılır mı” diyor! “Bu kadar da olmaz ki!”

Şu bir buçuk aylık süreçte çeşitli vesileler ile binlerce kişi ile görüştüm. Gözaltı sürecinde Emniyetin önünde on gün boyunca beklerken yurt içinden, yurt dışından desteğe gelenler oldu. Kimileri ‘geçmiş olsun’a geldi anlattı kimi karşılaştık anlattı ama herkes aynı şeyi söylüyor. Emniyetin önünde beklerken yoldan geçenler bile “inanamıyorum nasıl böyle bir şey olur? Alparslan Hocaya da mı bunu yaptılar!” diyorlardı. Yine bu süreçte çeşitli vesilelerle Ankara, İstanbul da dahil kaç şehre ziyarete gittik aynı durum sadece Adana'da değil her yerde var... Hala Ak partili kalanlar bile bu yapılanları savunamaz halde şu anda.

Sosyal medya mesajları da bu dediklerimi destekliyor.

Ben de gördüğümü, duyduğumu söylüyorum.

Hocaefendi’nin konuşmalarının “dost acı söylermiş” kapsamında olduğunun millet farkındaymış meğer! Bir tek Ak Parti camiası bunu göremedi!

Sonra yine kırpılmış videolarla Nurettin Yıldız’a yapılan linç kampanyasının aslında Hocaları ve İslam’ın hükümlerinin itibarsızlaştırılması olduğunun da farkında olan çok kişi var. Mesele çarpıtıldıkça çarpıtıldı. Belki kişisel bir yanlış yaklaşım vardı ama İş geldi Hocalara Dine dayandı. 

Bu linç kampanyasına katılan Cumhurbaşkanı, Başbakan ve Diyanet İşleri, hepsi bu durumdan yara aldı. Müslüman kesim bu durumdan da rahatsız oldu. “Bunlar Müslümana zarar veriyor” diyenlerin sayısı arttıkça artıyor.


Hocalar linç ediliyor, tutuklanıyor, İslam'a hizmet eden vakıflar, dernekler kapatılıyor. Bunlar kime zarar!

Hele birde yapılan son hata! "İslam'ın hükümlerinin güncellenmesi" meselesi. Bardağı taşıran büyük bir damla da o oldu. Kafalar oldukça karışık, böyle nereye gidilir kimse kestiremiyor.

Bizde lafı dolandırma, eğip bükme yok.. Gördüğümü net bir şekilde söylüyorum.

Benim çok ciddi manada gördüğüm şu; Ak Parti’den ayrılan ayrılana… Bu oylar nereye gider bilmiyorum ama büyük bir kesim gerçekten çok ümitsiz!

Ama bu durumu düzeltmek için belki hala çok geç değildir… Bilemiyorum… 

Semra Kuytul

16.03.2018

11 Mart 2018 Pazar

BÖYLE SUÇA CAN KURBAN!




Bulduğum fırsatta sizlerle paylaşmak istediğim şeyler oluyor.

Geçen defa Hocamızın, annesi hakkındaki kaygısını paylaşmıştım ki şu anda birçok masumun, mazlumun kaygısı, derdi ve hatta kaybettiklerinin ifadesiydi o.

Artık toplum olarak derin bir yaraya dönüşen bir konu bu;

Zulümle;

Kaybedilen günler,

Kaybedilen kıymetli anlar,

Kaybedilen hayatlar,

Beyni kemiren ve dinmek bilmeyen tasalar,

Ve asla geri gelmeyecek olanlar…

Düşünmesi bile çok ağır ya bir de yaşaması!

 …..

Hocamıza ara ara mektup yazıyorum. Ondan size yazdığım gibi sizden de ona tercüman olmaya çalışıyorum.

Geçen ki mektubumda kendisinin söylediği mısradan yola çıkarak ona, Necip Fazıl’ın ‘Zindandan Mehmed’e Mektup’ şiirinin son yarısını yazdım.

Hocamın normalde şiir bilmediğini biliyorum ama ‘bu şiirin başını neden yazmadın’ dedi. Ben de “baş kısmı karamsardı o yüzden” dedim. “Ümitvar olan kısmını yazdım.”

Baş kısmını kendisi söyledi. Demek ki eskiden aklında kalmış.

“Zindan iki hece, Mehmedim lafta
Baba katili ile baban bir safta”

Ve sonra yüreğimi yaralayan o cümlelere bir yenisini daha ekledi.

“Biz de öyle olmuşuz” dedi. “Ben ömrüm boyunca günahlarla, haramlarla, suçla mücadele ettim. Şimdi bizi teröristle, suçlularla aynı safta tutuyorlar” dedi.

“Kimsenin öyle tuttuğu yok” dedim. “Herkes biliyor sizin ne kadar temiz bir insan olduğunuzu, burada neden bulunduğunuzu herkes çok iyi biliyor!” İçeri atanlar bile biliyorlar her şeyi… Ama bugünler suskunluk günleri… Herkes susuyor şimdi!

Ama baktım çok zoruna gidiyor.

Hocaefendi çok onurlu bir insan!

Hayatında onurunu, şerefini zedeleyecek en küçük bir söz veya davranışı olmamıştır diyebilirim.
Hatta kendisinin tertemiz olduğu bir yana tertemiz bir nesil yetiştirmek için gece gündüz mücadele etmiş, onun vesilesi ile niceleri nice günahlardan vazgeçmiştir. Buna şahit binlercesi var.

Böyle temiz bir hayat yaşayıp, tüm suçlarla mücadele edip da suçlu muamelesi görmek çok zordur elbette…

Zaten hepimize de dokunan bu değil mi? Onun o tertemiz hayatına rağmen gördüğü bu muamele!

Kilitli kapılar ardına alınması…

İnsanlarla diyaloğunun kesilmesi…

Tamamen zulüm bu!

Ondan memleket asla zarar görmedi görmez de ama ondan zarar görenler belli!

Ondan zarar görenler ona zarar vermek istedi sadece, olan bu!

Ama başaramayacaklar!

Hiçbir şey yapamayacaklar!

Ne hayatını, ne de itibarını asla zedeleyemeyecekler!

Yapamadılar da!

Muhterem Hocamız, ne kendisinin ne de bizim başımızı öne eğecek hiçbir şey yapmadığı gibi onun vesilesi ile başımız dimdik geziyoruz meydanda!

İşte biz böyle bir Hocanın talebeleriyiz…

Hakkı korkusuzca konuşan,

İnsanların maslahatı için rahatından, hayatından vazgeçen bir kanaat önderi var önümüzde,

Onunla gurur duyuyoruz, onun arkasında duruyoruz, gerekirse önünde siper oluruz…

Bu duruşumuzla da şeref buluyoruz.

Onurluyuz…

…..

Şu anda Türkiye’de aklı başında olup da

Onu suçlu gören kimse yok!

Ya da her zaman dediğim gibi,

Onun suçunu herkes biliyor:

Doğruları korkusuzca söylemek!

Memlekette şu anda hakkı konuşmak suç değil mi?

BÖYLE SUÇA CAN KURBAN!

Semra KUYTUL 

11.03.2018



7 Mart 2018 Çarşamba

Şu Günlerde En Çok Korktuğum...





Kıymetli kardeşlerim. Biliyorum, her hafta hocamızdan bir haber bekliyorsunuz. Ben de bu maksatla sizleri bilgilendirmek için gördüklerimi, hissettiklerimi paylaşmaya çalışıyorum.

Bu defa onu çok hisli gördüm. Yine hep beraber duygulanacağız ama bunları sizinle paylaşmak istedim. Biliyorsunuz Hocaefendi şimdiye kadar ailevi yönünü hiç ön plana almadı. Hatta 
Hocaefendi’yi tanıyan onun bir ailesi olmadığını bile zanneder. Duygularını hiç davasına karıştırmaz hatta düşünmezdi bile.. O her zaman sadece davasına kilitlenmiştir.

Bu defa ve hatta ilk defa onun ağzından şu cümleleri duydum; “Bugünlerde hep annemi düşünüyorum. En çok korktuğum şey ben bu durumdayken ona bir şey olması” dedi.

“Kameraya çek bu günlerini” dedi. “Resim değil, kameraya çek” dedi.

Açıkçası bu olaylar olduğu ilk günden beri ben de her günü bu korku ile geçiriyorum. Her an aklımdan bu geçiyor: “Ya o yokken anneme bir şey olursa!” Bu soru her gün içimi burkuyor…

Şu anda kayınvalidem 88 yaşında ve Alzheimer hastası. Zaten oldukça düşkünleşmişti ama son günlerde daha da sessizleşti. Artık yataktan hiç çıkamıyor. Ara ara oğlunu soruyor “Aslan nerde” diye… (Ailede ona genelde kısaltma ile Aslan derler) ‘Gelecek’ gibi ifadelerle geçiştiriyoruz. Zaten biraz sonra da unutuyor.

Hocaefendi askerde olduğu ve Mısır’da olduğu dönem hariç hep annesiyle yaşamış. Üniversiteyi de Adana’da okumuş. Evlendiğimizden beri de beraber oturuyoruz yani annesinden hemen hemen hiç ayrılmadı. Her gece eve geldiğinde odasının önünden geçerken kapıyı açar bakardı. Bir gün “buradan geçtiğimde annem odasında olmazsa nasıl dayanırım” demişti bir defasında. Evde onun nefesini hissetmek ona huzur veriyordu. Onu gezdirmek için bazen Pazar gününü ayırır, evde olduğu vakitlerde onunla sohbet etmeye çalışır, unutmasını önlemek için eskilerden sorar, konuştururdu. Bir su istese ben duymazsam bana söylemez kalkar hemen getirirdi.

Hatta son bir yıldır annem her gece bağırıyor, yanına çağırıyor, gece ile gündüzün farkını çok bilmiyor, yanına gittiğimizde de ‘gelin yanımda oturun, canım sıkıldı’ diyordu. Hocaefendi zaten her gün geç yattığı halde biraz sonra annesinin bu sesiyle kalkmasına rağmen bundan şikâyet etmediği gibi “küçükken gece, biz ağlayıp annemizi kaldırmışız şimdi de o bizi kaldırıyor” diyordu.

Dünkü görüşmemizde “annemi kameraya çek” dedi. “Sürekli abdestli olmasına gayret et” dedi. “Yanlış da kılsa ara ara namaz kıldır” dedi. “Ona Kelime-i Tevhidi tekrarlattır, manasını anlat hatta tasdik ettirmeye çalış” dedi. “O da ‘evet Allah’ın hükmünden daha güzeli yoktur’ desin, buna imanı tam olsun, anlayabileceği bir şekilde anlat” dedi.

Hocaefendi, annesiyle geçirebileceği en kıymetli zamanlarını hatta belki de son fırsatlarını haksız yere tutulduğu bir cezaevinde geçiriyor.

Bu arada annesine bir şey olursa bu haksız kararı verenler ne yapacaklar? Zamanı geri çevirebilecekler mi?

Maalesef benim bu duygularımı yaşayan niceleri var memlekette. Mesela oğlunun ölümünden sonra göreve iade edildiğini yani AKLANDIĞINI yani SUÇSUZMUŞ! dendiği duyan o baba!

Karısı doğum yapıp, eşinin, bebeğinin en özel anlarını yaşayamayan, çocukları ortalıkta rezil olan, görevden atılmakla kalmayıp toplumdan da dışlanan, evinden kovulan ve sonra ‘kusura bakmayın suçsuzmuşsunuz, hadi kaldığınız yerden devam edin’ denilenler…

Bu arada malından, canından hatta namusundan oldu insanlar!

Sonra…

Evet, suçsuzsunuz hadi yolunuza bakın…

Yoluna mı? Kaldığı yerden mi? Yolu mu kaldı? Hatta nerde kalmıştı ki en son!

Geri gelmesi mümkün olmayan kayıplar verildikten sonra ‘suçsuzmuş’ demek ne kadar kolaylaşmış memlekette… 

Şimdi bunun sorumlusu yargı oluyor sanırım.. Bağımsız yargı (!) nedense (!) canından korktu ve yanlış kararlar verdi. Onu tehdit eden hiçbir şey olmadığı halde hepsi zevkine (!) insanları cezaevlerine doldurdu (!)

Nice kurum ve kuruluşlar ‘OHAL kaldırılsın’ diye sesini yükseltti. Niceleri bu konuda uyarılarda bulundu… Adalet feryatları arşa yükseldi!

Evet, yargı böyle yapmamalıydı, korkmamalıydı, bu haksızlıklar olmamalıydı…

Belki yargı suçlu, hâkim suçlu, savcı suçlu, hepsi de sorumluluğunu bilip ipleri elden bırakmamalıydı! Ama Nasrettin Hoca’nın dediği gibi ‘hırsızın hiç mi suçu yok!’

Semra KUYTUL

07-03-2018




4 Mart 2018 Pazar

AFRİN'DE CİĞERİMİZ YANIYOR!


Afrin’de Ciğerimiz Yanıyor!
Türkiye’de nereye gittiğimizi kestirebilen var mı?
Anlayabildiği halde söyleyebilen var mı?
Söylediğinde doğru anlaşılabilecek kaç kişi var?
Yanlış anlaşıldığında ya da yanlış anlaşılmak istendiğinde ise başına gelebilecekler, yığınların susma sebebi olmuş!
Malum biz Furkan Vakfı olarak sıkıntılı bir süreçten geçiyoruz. Bu arada ister istemez kendi derdimizle ilgileniyoruz. Alparslan Kuytul Hocaefendi’nin şu anda 5 ayrı mahkemesi devam ediyor ve kendisi tutuklu! Kendi davalarımızın savunmasını hazırlıyoruz. Kendi çapımızda koşturuyoruz. Bazı duyarlı (!) kimselerden tepkiler alıyorum; her gün şehit haberi geliyor, siz neyle uğraşıyorsunuz diye… Şimdi bu kendini duyarlı zannedenler kahramanlık türküleri ile Afrin’e girerken neden bu duyarlılığı göstermediler. Malumunuz Afrin Harekâtı ve kaybedilecek canlar konusunda ilk duyarlılığı Alparslan Kuytul Hocaefendi gösterdi.
Bu ülkede bırakın onlarcayı bir tane bile şehit düşse en çok ciğeri yananlar bizleriz. İlk defa Afrin’de değil elbette son yıllarda çok fazla şehit verdi Türk ordusu… Hassaten Alparslan Kuytul Hocaefendi’nin uykularını kaçıran bir haberdi bir Mehmetçiği daha kaybetmemiz. Hocaefendi, her defasında bu ciğer yangınıyla konuştu. Çözüm süreci bitirildiğinde yine çok şehit vermemizden korktu ve konuştu. “Neden bitiriyorsunuz bu süreci, ne güzel şehit vermez olmuştuk” dedi. Hatırlayın o zamanı, iki polis memuru bir faili meçhul ile şehit edildi ondan sonra kendi sınırımızın içinde bile yüzlerce Mehmetçiğimizi kaybettik ve söylenenlere göre Diyarbakır ve çevresinde sivil ölümleri de oldu. O zaman Hocaefendi, buna yüreği dayanmadığı için konuştu hemen damgayı vurdular ‘PKK yanlısı mısın’ diye! Hayatında bir defa bile ne PKK ile ne de sosyalizmle yolu asla kesişmemiş bir insanı bu şekilde itham ederek itibarsızlaştırmaya ve dahi susturmaya çalıştılar. Şimdi bir de duyuyoruz ki çözüm sürecinin bitmesine sebep olan iki polis memurunun şehit edilmesi olayıyla müebbetten yargılanan altı kişi bu günlerde serbest bırakılmış. Hatırlarsanız o zaman PKK bu suçu üstlenmemişti ve hatta “PKK örgüttür, yapmışsa üstlenir” yorumlarına sebep olmuştu. Şimdi bu altı kişi bu suçtan sorumlu değilse iki polisimizi kimler öldürdü, yok onlar öldürdüyse, neden serbest bırakıldılar?
Bunlar katlanarak artan sorular!
Bunu Yetkililerin Bilmediğini Sanmıyorum
Şimdi yine aynı durum söz konusu... Hocaefendi daha en başta dikkat edilmesi gereken noktalara dikkat çekmeye çalıştı. “Bir tuzak olabilir”, “Ordumuz çok zayiat verebilir” dedi. Neden bir tuzak olabilir? Çünkü gözümüzün önünden geçen 5000 tır sevkiyat var. 2000 uçak dolusu mühimmat! PYD’ye 550 milyon dolarlık bir bütçe! Aslında tuzak da değil, tuzak gizli olur, göz göre göre bir gidişat olmuş gibi… Bunu yetkililerin bilmediğini sanmıyorum. Mutlaka onlar da bir tuzak olabilir ya da çok zayiat olabilir hesabını yapmışlardır. Ama başka bir takım getiriler acaba bu tuzağa rağmen Afrin’e girmeyi gerekli mi kıldı? Tabi bunlar hep soru işaretleri. Bu ülkede yaşayan bir vatandaş olarak ister istemez aklımıza takılıyor. Geniş bir çevrem var ve bu günlerde herkesten bunu duyuyorum herkes bu noktaları düşünüyor ve içinden bunu sorguluyor…
Geçen günlerde Abdulkadir Selvi’nin yaptığı o talihsiz açıklama da bu soru işaretlerini kuvvetlendiriyor. Afrin harekâtı sonrasında AKP’nin oylarının %52’yi gördüğünü söylemesi. Abdulkadir Selvi bunu kendiliğinden mi söyledi? Neye dayanarak söyledi? Bu açıklamadan hemen sonra AKP bu anketi (!) neden reddetti? Son gaf da bu mu oldu? Hepsi soru işareti tabi…
Şimdi gerçekten ciğerimiz yanıyor. Onlarca yuvaya ateş düşüyor. Binlerce ailenin eli yüreğinde bekliyor. Hatta Afrin’de olan askerlerden ailelerine gelen telefonlarda zayiatın medyada duyduğumuzdan çok daha büyük olduğu söyleniyor. Dünya medyasının yazdığı ise bambaşka; Afrin’de sivil ölümlerinden, bebek ölümlerinden bahsediliyor. Ortada dolaşan bu bilgiler Kürt vatandaşları da elbette çok etkiliyor ve üzüyordur. Diğer yandan Esad bu bahane ile Doğu Guta’yı vuruyor. Oradan da içler acısı görüntüler geliyor. Bu siviller de bizim yüzümüzden mi ölüyor! Yani yürek dayanır bir vaziyette değiliz.
Herkesin Eli Yüreğinde
Sanırım herkeste bir de şu korku var: Alıştığımız üzere bir sabah Cumhurbaşkanı çıkıp Afrin’de aldatılmışız! Ne yazık ki yine aldatılmışız! Rabbim ve Milletim beni affetsin! der mi acaba? Bu özeleştiri erdemi, her Türkiye vatandaşını korkutuyor! Elimiz yüreğimizde, ha dedi ha diyecek diye korkuyla bekliyoruz.
Şehitlerimize Yüce Rabbimden rahmet, acılı ailelere başsağlığı diliyorum. Bütün kalbimle bir daha şehit haberi duymamayı temenni ediyorum. Ne olur bir kez daha ciğerimiz yanmasın! Bir canımız daha gitmesin! Ordumuz tek bir zayiat daha vermesin! Şu durumda elimizden sadece dua etmek geliyor ve bütün içtenliğimizle dua ediyoruz…

2 Mart 2018 Cuma

O Cennetini Yüreğinde Taşıyor!



O Cennetini Yüreğinde Taşıyor!

-Bu yazım; kardeşlerime ve samimi dostlarımıza özeldir-



Kıymetli kardeşlerim,

Muhterem Hocamız hakkında bir şeyler yazacağımı söylemiştim.

Bu benim de en çok merak ettiğim konulardandı. Sizin de çok merak ettiğinizi bildiğim için bu defa ona, vaktini nasıl geçirdiğini sormaya çalıştım.

Öncelikle ortamı hakkında bilgi vereyim. İki katlı; üst katta üç yatak, alt katta lavabo, banyo ve mutfak tezgâhının bir de havalandırmasının olduğu üç kişilik bir koğuşta tek kalıyor.

Geçtiğimiz haftaya kadar kitapları teslim edilememişti. Sanırım on gün kadar önce kitapları verildi. Kitap sayısı sınırlı, koğuşuna 5 kadar kitap alabiliyor. İstediğinde değiştirme imkânı var.

Cami, cezaevinin yanında. Ezan sesi rahatlıkla duyuluyor. Bu arada Bolu’nun havası çok temiz, cezaevinin hemen arkası dağlık ve çamlık orman.

Sordum “vaktiniz nasıl geçiyor, her anını çok merak ediyoruz” diye..

O da saat saat anlattı.

Çoğunlukla gece saat 12.30 ya da 01.00 gibi yattığını söyledi. Bazı günler akşamdan ayırdığı yemekle sahur yaptığını, her gece sahur ve teheccüd namazı için 03.30 ya da 05.30 gibi kalkıp sabah namazına kadar tesbihat ile meşgul olduğunu anlattı.

Sabah namazından sonra tesbihata devam ediyor. 07.00’de kahvaltı veriliyor. Kahvaltıdan sonra tesbihata devam ediyor. Bu arada virdleri ezbere bilmenin faydaları var tabi uzun uzun tesbihat yapabiliyor.

Her gün 08.00’de sayım var. Odada olup olmadığı kontrol ediliyor ve havalandırmanın kapısı açılıyor.

Kendisi 09.30. ya da 10.00’a kadar vird çekiyor ve Kur’an’ Kerim okuyor.  

Genelde 10.00’da dinleniyor, 12.00, 12.30 gibi öğle yemeği veriliyor. Yemek ve namazdan sonra artık geceye kadar namaz ve yemek arası hariç kitap okuyor. Aralarda Kur’an’ı Kerim’de okuyor. 

Saat 16.00’da havalandırma kapatılıyor. 17.00’de de akşam yemeği veriliyor.
Bir semaveri var onunla çay yapıyor.
Her gün yaklaşık 12 saat kadar kitap okuduğunu söyledi. Hatta vaktin nasıl geçtiğini anlamıyorum dedi. Yüreğimize en çok su serpen cümlesi de bu oldu.

Kendine saati saatine bir düzen kurmuş.

Ben de “düzenli hayata çok alışmayın isterseniz” dedim.

“Yakında o düzeni bozacaz!” Gülümsedi…

O, iyiydi. Her zorluğun altından ‘Allah’ deyip doğrulmak böyle bir şey olsa gerek.

Şunu anladım onu kötü yapmaya kimsenin gücü yetmez. Çünkü o Rabbiyle her zaman çok yakın ve en önemlisi vazifesini yapmış olmanın kalp rahatlığını yaşıyor. Geriye dönüp de ‘keşke şöyle yapmasaydım ya da konuşmasaydım’ değil de, ‘ben doğru olanı yaptım, yanlış hiçbir şey yapmadım, olmam gereken yerde oldum, olmamam gerekenlerle asla aynı safta olmadım’ diyebilmek kadar geniş bir cennet yokmuş insana!

Birkaç sene evvel bir Ankara ziyaretinde, sonradan müzeye çevrilen Ulucanlar Cezaevini gezme imkânım olmuştu. Niceleri gelmiş geçmiş oradan, Bülent Ecevit, Muhsin Yazıcıoğlu…

Duvarlara kazınmış acılar gördüm. Mektuplar yazmışlar sevdiklerine.

Herkes bir şeyler yazmış kâğıtlara ya da duvarlara, kimi annesine hasretini dile getirmiş kimi eşine kimi toprağa, kimi güneşe… Hatta Nazım Hikmet’in bir şiiri var dış duvarda “güneşe ve toprağa hasretini” ifade etmiş o da.

Orada mescitte namaz kılarken aklıma geldi; ben olsaydım ne yazardım acaba duvarlara diye..

Ve o esnada şunu yazdım;

Annemle irtibatımı kesebilirsiniz,
Eşimle, kardeşimle, dostlarımla
Güneşle ve toprakla da
Hatta ve hatta hava ve suyla…
Ama Rabbimle irtibatımı kesemezsiniz, asla…

Bunu düşündüğüm anda kendimi dünyanın en güçlü ve en yenilmez insanı olarak hissettim. Bunu başarmak yazıldığı kadar kolay değildir elbet ama hakiki imanın tadını almış bir Müslüman için mümkün!

Yine Efendimiz Sallallahu aleyhi ve Sellem’in bir hadisi var:
“Mü’minin hali ne güzeldir; ona bir nimet verilir şükreder sevap kazanır, başına bir musibet gelir sabreder yine sevap kazanır.”

Şimdi, Bediuzzaman Hazretlerinin o çok sevdiğim muhteşem cümlesi geliyor aklıma;

Düşmanlarım bana ne yapabilir ki;
Ben cennetimi yüreğimde taşıyorum!
Sürgün edilmem (tefekkür dolu bir) seyahat,
Hapsedilmem (Allah ile) halvet (buluşma),
Öldürülmem ise (Allah’a) vuslat (kavuşmak)tır!

Şimdi Muhterem Hocam hakkında yazılacak en güzel cümle bu; o cennetini yüreğinde taşıyor!

02-03-2018
Semra Kuytul