SEMRA KUYTUL
Yüce kitabı Kur’an-ı Kerim de, kullarını selâmet yurduna davet eden Rabbimize
hamd, hayatında her türlü davetin örneğini, bizlere gösteren Resulullah
(s.a.v.)’a salât ve selam olsun.
İslam’a davetin önemini anlamak için Allah Rasulü (s.a.v.)’nün hayatına
bakmamız kâfi olsa gerek. Efendimiz toplumunda zulüm, ahlaksızlık ve rayında
gitmeyen işler olduğunu görüyordu. Ne zaman ki uyarma görevi (ve yöntemi)
kendisine verildi, vefatına dek bir daha terk ettiği rahat hayatına dönmedi.
Biz onun dilinde ve yaşantısında hayat bulan din ile hidayete erdik. Ve Resulullah
(s.a.v.)arkasında bizlere miras olarak Kur’an, sünnet hazinesini ve kutsal
davet vazifesini bıraktı. İslam’a davet;
selâmete davettir, kurtuluşa davettir. İmana, hayırlı amellere, adaletli olmaya,
günah ve zulme karşı direnişe, güzel ahlak ve merhamete, en nihayetinde ise cennete
davettir.
Allah (c.c.), İnsana takvasını da fucûrunu da ilham etmiştir. Buna
rağmen toplumda yaygınlaştırmak istediği emri bil maruf nehyi anil münker
(iyiliği emretme kötülükten sakındırma) görevi ile kullarının daima günaha
meyletme zafiyetini koruma altına almaktadır. Müslümanlarda ahlak haline
getirilmeye çalışılan bu emir sosyal hayatın emniyet sibobu gibidir.
Aynı zamanda, tökezleyenin elinden tutma, düşeni kaldırma mekanizması
da denilebilir. Taşlı, çukurlu bir yolda ilerleyen bu topluluğun her ferdinde
bu mes’uliyet duygusu oluşmalıdır. Ta ki kimse geride kalıp şeytana yem
olmasın!
“Buna göre ferdin sadece kendini ıslah etmesi ve nefsi ile meşgul
olması, yeterli değildir. Kişi aynı zamanda cemiyetin ıslahı ile de
mükelleftir. Zira fert, cemiyetin te’sirindedir. Müslümanın yaşadığı cemiyet
İslamî bir cemiyet olmadıkça Müslüman şahsın kendi hayatını bu şekle sokması
mümkün değildir. İslamî olmayan bir toplumda Müslüman’dan İslam’ ı tam yaşaması
istenilemez. Bu bakımdan fert, davetle mükelleftir.”1
Peki bu yükümlülük istisnasız her fert
için midir? Yüce Rabbimizin Kitab’ında; “İçinizden hayra çağıran bir topluluk
bulunsun”2 ayeti ile bütün Müslümanları böyle bir topluluk oluşturmakla mükellef
kılmıştır. İslam’a davet; ilim ve
tecrübe sahibi olmayı gerektiren hassas bir meslektir. Yeterli donanıma sahip
olmayanların bu vazifeyi yapması zarara dahi yol açabileceğinden, Rabbimiz
Teâla bu görev için ihtisas sahibi bir zümrenin olması gerekliliğine dikkat
çekmektedir. Bu ayete göre emri bil
maruf nehyi anil görevi farz-ı kifaye hükmündedir. Yani bütün toplum bu görevle mükellef tutulmakla
birlikte içlerinden bir kısmının yapmasıyla diğerlerinden sakıt olan bir
farzdır. Toplumda çok önemli bir yeri
olan bu vazifeyi tek tek bütün fertlerin üstlenmeye gücü yetmeyecektir. Çünkü herkesin
kabiliyetleri ve iş yapma güçleri farklıdır. Bu açıdan farz-ı kifaye toplum
açısından bir görev dağılımı gibidir ki, herkes yapabileceğinin en güzelini
yapsın.
Şatıbî
el-Muvafakat’ında farz-ı kifayeyi şöyle açıklamıştır: “Bu farzların yerine
getirilmesiyle umumi maslahat sağlanmış olur. Bunları yerine getirme görevi
ise, bütün fertlere ait bir iştir. Kimisi doğrudan doğruya bunları yapmaya
muktedirdir; diğerleri de, kendileri bunları yapmaya muktedir değilse muktedir
olanları iş başına getirmekle mükelleftirler.”3 Bu durum da davetin herkesi
kapsayacak kadar şümullü olarak farz olmaması da bir rahmettir. Bizzat davete
gücü yetmeyenler, davetçilere yardım etmekle bu konudaki yükümlülüklerini
yerine getirmiş olurlar.
“Bu sayede millet, farz-ı kifaye olan her işi,
ortaklaşa bir gayretle yürüttüğü için gelişir. Onu yürüten şahıs bir noktada
duraklarsa, demek ki toplumun yardımına ihtiyaç duymaktadır. Yardım edilerek
gücü arttırılırsa farz-ı kifayetlerdeki gayelerin sonuna varıncaya dek yoluna
devam eder. O halde farz-ı kifaye ne mutlak olarak toplumun nede mutlak olarak
ferdin vazifesidir. Böylece herkes üzerine düşeni yapmış olur. Bu ise “vacibin
tamamlanmasını sağlayan şey vâcib’tir” prensibinin bir icabıdır.”4
Ayrıca bu topluluk
topluma kâfi miktarda olmalıdır. Muhatabımız kitleler ise elbette küçük bir
grup bu görevi yerine getirebilmek için yeterli olmayacaktır. Evet “içinizden
bir topluluk” fakat yeterli sayıda bir topluluk. O halde davetçi topluluğu
yeterli sayıya ulaşıp şehrine, ülkesine, ümmetine kâfi gelinceye kadar bütün
toplum davetçi olmak veya davetçi yetiştirmekle mükelleftir.
Bu ayetin delâleti
ile uzman bir topluluğun varlığı farz-ı kifâye hükmünde ise de Kur’an-ı Kerîm
de bir çok ayet genel manada iyiliği emir ve kötülükten sakındırma görevini
ümmete şamil kılarak imana davet veya hükmü toplumda meşhur olan ya da yanlışlığı
veya doğruluğu akılla ve tecrübe ile bilinen mevzularda her ferdi mes’ul
tutmuştur. “Önce en yakınlarını uyar”5 “Rabbinden sana indirileni tebliğ et”6 gibi ayetlerin sadece Peygamber Efendimize veya
özel bir topluluğa mahsus olduğuna dair bir delil yoktur. Bunun gibi birçok
ayet ve hadislerde her ferdin birbirini uyarması ve bu suretle toplum da
hayırlı amellerin yaygınlaştırılıp, günahların kınanması ve
azaltılması istenmiştir. Buna göre yanlışlar ya da haksızlıklar karşısında
doğruları savunmak daimî olarak vaciptir. Burada gücü yeten her Müslüman’ın
müdahalesi vacip olur.
İslam’a davetin vacipliğini
anlamamızı sağlayan başka bir unsur, ayet ve hadislerde bu görevi terk
edenlerin acı azaba uğrayacaklarının bildirilmiş olmasıdır. Resulullah (s.a.v.)
“Nefsim kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki ya iyiliği emreder
kötülükten sakındırırsınız veya Allah’ın tarafı ilahisinden bir azab göndermesi
pek yakındır. Bu durumda O’na dua edersiniz de dualarınız kabul olunmaz.”7
buyurmuştur.
Anne- babalar
çocuklarının, hanımlar eşlerinin, erkekler ise hanımlarının davetçilik
mesleğinden gurur duymalı, ailelerinin bir ferdinin böyle kutsal bir göreve
seçilmesiyle nurlanıp, şereflendiklerini unutmamalıdırlar. Göz açıp kapayıncaya
kadar geçmekte olan dünya hayatında böyle kazançlı başka bir meslek
görülmemiştir. Çünkü Allah Resulü;“Senin elinle bir insanın hidayete ermesi,
üzerine güneş doğan her şeyden daha hayırlıdır”8 buyurmaktadır.
İlmiyle ve örnek yaşantısıyla
görevini yerine getiren bir davetçinin dilinde davet; bazen gönülleri okşayan,
serinleten bir meltem, bazen unutulmuş sünnetleri ihya eden, topluma taze
tohumlar saçan, ölü ruhları dirilten bir esinti, bazen de kötü fikir ve hurafe
uygulamaları kökünden söküp atan bir kasırgaya dönüşerek, rüzgârla ne kadar
benzeşmektedir. Ve yine toplumun kirlenen miskin havasını dağıtan, canlandıran,
monoton gidişatı hareketlendiren bir rüzgâr!
Davet bilenlerin
bilmeyenlere öğretmesidir. Davet; unutanlara hatırlatmadır. Davet doğruların
anlatılması ile hakkın güçlendirilmesi, mazlumun desteklenmesidir. Davet
mü’minlere cesaret verme, düşmana korku salmadır. “Allah yoluna davet, İslam
dinin hayatıdır. Çünkü din, davetle gelişmekte ve davetle yaşamaktadır.”9
1 -A.Zeydan, Usulu’d Dave,sh.124-128
2 -Ali İmran 104
3 -El-Muvâfakât c-1, sh.178-179
4 –A. G. eser sh.181
5 -Şuara 214
6 -Maide 67
7 -Tirmizî, Fiten 9; İbni Mâce,Fiten20
8 –Buharî Cihad 102-143
9 -Saka, K.K.’nın Davet Metodu sh. 26
Semra
Kuytul Furkan Nesli Dergisi 6. sayı