Ben Alparslan Kuytul Hocaefendi’nin Eşi Aynı Zamanda Dava Arkadaşı
Semra Kuytul!
Geçirdiğimiz şu süreç hakkında gerek
kendimizi ifade etme gerek fikir alma maksatlı olarak birçok kanaat önderi, hoca, yazar, siyasetçi,
hukukçu, sivil toplum kuruluşları ve insan hakları dernekleri ile görüşmeler
yaptığımızdan bahsetmiş ve bu görüşmeler ile ilgili değerlendirmelerimi
sizlerle paylaşmaya başlamıştım.
Değerlendirmelerime 3. Bölüm ile
devam ediyorum.
Siyasetçilerin Alparslan Kuytul Hocaefendi’nin Tutukluluğuna Bakışı:
Siyasetçilerden, parti ayrımı
yapılmaksızın 100 kadar siyasetçi (milletvekili) ile görüşüldü. Görüşülenler arasında
şu anda aktif siyaset yapmadığı halde tecrübesine inandığımız bazı siyasetçiler
de var.
Arkadaşlarımızın meclise
yaptığı ziyaretlerde (bir kısmı siyaseten de olsa) çok nazik karşılandıklarına
şahit olduk. Samimane ortamlar oldu, gerçekten yardımcı olmaya çalışanlar ve
içtenlikle ilgilenenler de… Bu ilgilerinden dolayı kendilerine teşekkür
ediyoruz. Arkadaşlarımızın mecliste randevu talep ettiği günlerde erken seçim
kararı açıklanmıştı ve onlar için birden bire yoğun bir mesai ortamı doğmuştu.
Kendileri açısından oldukça karışık ve yoğun günler olmasına rağmen mevzumuzla
ilgilenmeye çalışanlara hassaten teşekkür ediyoruz.
Ben yine sizler için bütün
görüşmelerden aldığım bilgilerle konuyu özetlemeye çalışacağım. Bu konuda en
baştan beri tarafsız yazmaya çalıştığımı da özellikle belirtmek isterim. Yani bu
görüşmelerde hoşlanmayacağımız hususlar olsa da sizlere ileteceğimden emin
olabilirsiniz.
Burada da öne çıkan hususlar
çok ilginçtir. Öncelikle neredeyse görüşülenlerin tamamında Alparslan Kuytul Hocaefendi’nin
tutuklanmasının siyasi olduğunda ortak bir kanaat söz konusudur. Muhalefet
cephesinde Türkiye'deki hukuksuzluğun siyasi kaygıyla yapıldığı da yaygın bir
kanaat!
Meselemizin hukuki bir boyutu olduğunu düşünen nerdeyse yok gibi ya da
biz karşılaşmadık. Bu sebeple
bilhassa siyasiler olayımıza çok daha vahim bakmaktadırlar. İsmini vermeyeyim
birisi bizzat bana ‘sizin işiniz Allah’a kalmış’ dedi. Çok şükür Allah’a kalmış
bundan memnunuz da ama onun kastı bu değil. Kullarda dermanı olmayan derde düşmüşsünüz demek istiyor!
Genelleme yaparsak muhalefet cephesinden görüşülen
siyasetçilerin;
1-
Olayımızı
yakından takip ettiklerini,
2-
Yapılanı
hukuksuzluk olarak kabul ettiklerini,
3-
Türkiye’nin
siyasi olarak geldiği noktada tenkide asla açık olmayan bir yapıya dönüştüğü,
4-
Destek vermek
istediklerini ancak ellerinden gelen çok
da bir şey olmadığını belirttiklerini,
5-
Şayet ellerinden
gelebilecek bir talebimiz olursa yardımcı olmak istediklerini söylediklerini
gördük.
İktidar cephesindekilerin ise;
1-
Birçoğunun
olayımıza oldukça mesafeli durduklarını,
2-
İktidarda
olmaları sebebiyle çare bulabilecek merci olmalarına rağmen konuya çözümsüzlük
açısından daha vahim baktıklarını,
3-
Bir kaçının ise olayda hukuksuzluk olsa bile asla müdahale edebilecekleri
bir durum olmadığını, bunun kendilerinin siyasi hayatlarını zora sokacağını samimiyetle
söylediklerini gördük.
Gerek iktidardan gerek
muhalefetten birkaç siyasetçinin, yapılan karalama kampanyalarından
etkilenmiş ve Hocaefendi’nin; “darbeye hayırlı olsun ve kalemi kırılmıştır
dediği” iftirasına inanmış olduğuna da şahit olduk. Kendilerine bunun iftira
olduğu, kırpılmış videolar ile Hocaefendi’nin konuşmasının tamamen
değiştirildiği anlatıldığında ve videoların aslı izletildiğinde ise çok
şaşırdılar ve konuyu araştıracaklarını söylediler.
Görüşülenlerin her birine,
içlerinde ilgili videoların da bulunduğu; bizleri tanıtıcı, konuyu aydınlatıcı,
iftiralara cevapların açıklandığı dokümanlar bırakıldı.
Bizim gördüğümüze göre Furkan
Vakfı meselesi ve Alparslan Kuytul Hocaefendi’nin tutukluluk süreci her ne
kadar medyaya yansıtılmasa da siyasilerin ve bürokratların kulislerde konuştuğu
gündemlerden biri haline gelmiş durumda… Konudan haberi olmayan ve takip
etmeyen neredeyse yok!
Hassaten muhalefetteki siyasetçiler
arasında Alparslan Kuytul Hocaefendi’nin yaptığı haklı tenkitler biliniyor, hatta
kabul ediliyor ve hatasının, “kral çıplak” demesi olduğu açıkça ifade ediliyor.
“Keşke doğruları bu kadar açık konuşmasaydı” diyenler de var… Yani Hocaefendi’nin
asıl hatasının(!) doğruları açıkça
konuşmak olduğu onlar arasında
da çok yaygın bir kanaat!
Arkadaşlarımızın, bizim hiçbir suç
ya da terör örgütü ile alakamız olmadığını izah etmeye çalışmalarına çok
aldırış etmediklerine şahit olduk. Hemen hemen hepsi “yaa geçin bunları, bunlara
kim inanır” zaten der gibiydi. Bir kısmı izah çabamıza karşılık kendileri ile
alakalı açılan davaları anlatmaya başladı. Lisan-ı hal ile “malum Türkiye ortamı, üzülmeyin, geçer” der gibiydiler!
Şu anda aktif siyaset yapmayan
tecrübeli bir siyasetçi ise bize yapılanı “sizin
gibi istikbal vaad eden bir cemaate bunun yapılması gayet normal”
sözleriyle açıkladı.
Yine Ak Partili bir siyasetçinin
manidar cümlelerini sizlerle paylaşmak istiyorum. “Bir âlimin bizim dönemimizde
içerde olması bizim büyük bir ayıbımızdır. 16 yıldır iktidardayız, Ak parti
artık eski Ak parti değil..” ifadelerini kullanması üzerine arkadaşımız ortamı
yumuşatmak için “yandaş medyanın da etkisi büyük, bu iftiralar herkese hata
yaptırıyor” deyince “Ne alakası var! Medya da bizim değil mi zaten!” cevabını veriyor.
Sonuç olarak; bizi tanımadığını
söyleyen çok az bir kısmı hariç genel olarak bizim ‘hiç bir suç ya da suç
örgütü ile ya da hiçbir terör örgütü ile alakamız olmadığını’ hepsi biliyor. Bu
sebeple de bizlere karşı davranışları sıcak ve samimi idi.
Ellerinden bir şey gelmese de samimi
yaklaşımlarından dolayı hepsine teşekkür ediyoruz. Zaten arkadaşlarımızın gitme
sebebi başta da ifade ettiğim gibi yardım istemekten ziyade medyanın algı
operasyonuna karşılık tanışmak ve doğru tanıtım yapmaktı. Ama bu ziyaretler de
gösterdi ki sosyal medyanın tesiri, Tv.lerin ve gazetelerin tesirini sollamış!
Tv kanalları ne anlatırsa anlatsın, gazeteler ne basarsa bassın insanlar
haberin kaynağına ulaşıp doğrusunu öğreniyor. Bu da yandaş medyanın
güvenilirliğini her geçen gün daha da sarsıyor.
Yaşadığımız Operasyon Hakkında Bilirkişilerin Kanaati:
Gerek hukuki olarak fikir
alabilelim diye gerekse aleyhimizde oluşturulmak istenen yanlış kanaatlere karşı
tanışma ve tanıtım maksatlı olarak bazı illerin Baro başkanları da dâhil olmak
üzere birçok hukukçu ile de görüştük ve dosyamızdaki bazı detaylardan
kendilerine bahsederek ne yapabileceğimiz konusunda fikir sorduk.
Gerek emniyet mensuplarından
(içlerinde zamanında emniyet müdürlüğü yapmış kimselerde var) gerek
hukukçulardan aldığımız tepkiler de çok ilginçti.
Olayımızı tarafsız inceleyen emniyet
mensupları, söz konusu iddiaların tamamen zorlama olduğunu, somut bir suça
isnad edilemeyişinin çok açık göründüğünü ifade ettiler. Yapılan hukuksuz
gözaltılara ise çok şaşırdılar. Sanırım bu kadar iş tecrübesinde ilk defa
bizimki gibisine rastladılar. Balon uçurdu diye yakasına kart taktı diye duvara
kömürle yazı yazdı diye gözaltına alınanların olması, bomba araması yapar gibi mobesalardan
takiple ‘pankart’ aranması, “balonun üzerinde parmak izin var” diyerek bir
kişinin ifadeye çağrılması, sorguda “pankartı kim yazdı? ben yazdım, neyle
yazdın? kalemle yazdım, kalem nerde? çöpe attım, hangi çöpe…” diyaloğu onları
çok şaşırttı. Tecrübeli bir emniyet mensubu, ‘yaşananların Türkiye’deki siyasetin geldiği noktayı resmettiğini’
söyledi.
Hukukçular açısından ise olay
başka bir vahamet arzediyordu. İlk duruşmada verilen gerekçeli karardan
bahsettiğimizde hayretler içinde kaldılar. Bundan bahsettiğimiz her bir kişinin
yüzünde gördüğümüz şaşkınlık ifadelerini kameraya çekmek isterdim. Hâkimin siyasi figürlerle desteklediği ve hukukta karşılığı
olmayan “halkın teveccühüne yön verme
suçu” herkesi şaşkına çevirdi.
“Halkın teveccühüne yön verme suçu”nun belirtildiği gerekçeli kararın
hukuk fakültelerine konu olacak nitelikte olduğunu belirtenden, tiyatro
tarihine geçecek bir malzeme olacağına varan ilginç yorumlarla karşılaştık.
Bu görüşmelerin birçoğuna ben
katılamadım ancak bir kısmında bulundum. Kendi gördüklerim ve arkadaşlarımızdan
aldığım bilgiler doğrultusunda sizleri de bilgilendirmek istedim.
İnsan Hakları Örgütlerinin Olayımıza Bakışı:
Son olarak insan hakları
örgütleri ile yaptığımız görüşmelerimizden de bahsetmek istiyorum. Bunlarla
bizzat ben görüştüm.
Öncelikle şunu belirtmeliyim ki;
bu örgütlere göre bizim olayımız çok vahim değil.. Evet, hukuksuz bir muamele olduğu, insan haklarına uygun muamele yapılmadığı herkesin
kabulü ancak malumunuz Türkiye ortamında onlara başvuranların yaşadıkları
yanında bizimki hafif kalıyor. Çünkü yıllarca içerde mahkemesiz yatanlar, bil
fiil şiddet ve işkenceye maruz kalanlar, somut delillere dayandırılmaksızın
müebbet hapse mahkûm edilenler gibi çok çeşitli olaylarla karşılaşıyorlar.
Alparslan Kuytul Hocaefendi’ye yapılanların “insan haklarına ve ifade
özgürlüğüne aykırı olduğu” ise hepsinin ortak kanaati.. Özellikle uygulanan tecritin bir ‘insanlık suçu’ olduğunu hatta uluslararası literatürde ‘işkence’ sınıfından sayıldığını ben onlardan
öğrendim.
Görüşmelerimiz esnasında biz
kendilerine başvurmadan önce onların da olayımızı takip ettiklerini öğrendik.
Türkiye içinde faaliyet yapan üç, yurt dışından dünya çapında faaliyet yapan
iki örgütle görüştük. Bizimle ilgili rapor hazırlayacaklarını söylediler. Bizim
olayımızı da tamamen insan haklarını ihlal kapsamında ve ifade özgürlüğüne
aykırı olarak kabul ettikleri için meseleye “bu zaten bizim konumuz” şeklinde
bakıyorlar.
Uluslararası çalışan bir örgütün
Türkiye temsilcisi olan bir bayanla (kendisi Türk değil) diyaloğumuz ise çok
ilginç geldi bana. Bizi gayet iyi tanıyordu. Ben ona durumumuzu ve neyle
suçlanmaya çalışıldığımızı izah etmeye çalışırken o lafı ağzımdan aldı ve “biz sizin hiçbir suç örgütü veya terör
örgütü ile bağlantınız olmadığını çok iyi biliyoruz. Siz suç örgütü değil,
insanların menfaati için çalışan sivil toplum örgütüsünüz” dedi. Bu net
konuşma beni çok memnun etti. “Konuyu takip ediyoruz, yurt dışındaki toplantılarda
da bu mağduriyeti dile getireceğiz” dedi.
Yazdıklarım bu kadar! Yazmadığım,
bizde saklı olan daha çarpıcı detaylar da var ama şimdilik onları yazmayayım. Belki
daha sonra…
Son olarak şunu da belirtmek
istiyorum. Bahsettiğim gibi çok çeşitli çevrelerden çeşitli kimselerle
görüştük. Dikkatimi çeken önemli bir nokta şu ki; “Bir ah ettiysek bin ah işittik!” Nasıl, diyeceksiniz!
Siyasetçisinden gazetecisine herkesin muzdarip olduğu o
kadar çok şey var ki! Belki şaşıracaksınız bazılarıyla görüşmemizde biz sustuk
onlar konuştu, dertlerini dinledik. “Size daha büyük geçmiş olsun” deyip
çıktık! Biz olayımızı gündemde ve sıcak tutuyoruz diye herkes birçok detayı
biliyor zaten ama birçoğu yaşadığını anlatamıyor, yutkunup olabildiği kadar en az
zararla yoluna devam etmeye çalışıyorlar.
Bu konuda da çok detaylara girmeyeyim ama şu bir gerçek “Bir ah ettik, bin ah işittik”
Neredeyse şunu
diyeceğim “yine en iyi durumda olan bizmişiz!”
Semra Kuytul
5 Haziran 2018
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder