20 Kasım 2013 Çarşamba

İSLAM FIKHININ KAYNAKLARI (3)


2- SÜNNET-İ NEBEVİYYE
Nüzulünden asırlar sonrasında bile Kur’an’ı ve Sünneti muhafaza ederek yollarımızı aydınlatan Allah’a hamd Rasûlüne salât ve selam olsun.
Allah’ın selamı, rahmeti ve bereketi bu kutsal emaneti bizlere ulaştıran tüm büyüklerimizin ve bugün bu sancağı teslim alan ve sonraki nesillere taşımak için gayret sarfeden tüm Kardeşlerimizin üzerine olsun.
İslam fıkhının kaynaklarını konu edinmeye devam ettiğimiz bu sayımızda İslam Fıkhı’nın dayandığı temellerden birincisi olan Kur’an-ı Kerim’i açıkladıktan sonra ikinci kaynak olan ‘Sünnet’ konusunu ele almak gerekmektedir.
Daha evvel de değindiğimiz gibi Allah-u Teâlâ Hazretleri yaşanmasını istediği hayat tarzını, kitabı Kur’an ve onun tamamlayıcısı Sünnet ile bizlere bildirmiştir. Bu şekilde bizim hayatımızda yer alan her türlü meselenin fıkhını öğrenmiş olmaktayız. Rabbimiz Kur’an ve Sünnet ile her meselenin temel noktasını beyan etmiştir. Bu konuda İbni Hazm; “Fıkhın bütün bölümlerinin ana prensipleri Kur’an ve Sünnet’te vardır” der. Her ne kadar çağ değişse, araçlar ve yaşam standartları gelişse bile İslam insanlığa hitap etmeye ve yol göstermeye devam etmektedir. Bu konuda İslam fıkhının ikinci kaynağı olan sünnetin önemi de büyüktür. Çünkü Yüce Allah, Efendimizin hayatını kıyamete kadar tüm Müslümanlara örnek kılmış ve O’nun hayatında bizlere gerekli tüm asılları ve detayları göstermiştir.
             Sünnet-i Nebeviyye, Peygamber (s.a.v.)'in sözleri, fiilleri ve takrirleri (görüp de tasdik ettileri) dir. Sünnet, hükümleri açıklama bakımından Kitab'ın tamamlayıcısı ve yardımcısı mahiyetindedir. Bu itibarla İmam Şafiî, onu, beyan (hükmü belirtme) bakımından Kitab'tan ayrı görmez; her ikisini de istidlal yani kendisinden delil elde etme yönünden bir sayar ve "nass" adı altında birleştirir. O'na göre, bunlar, hükümleri birlikte ve yardımlaşarak beyan ederler.
             Şatıbî bu konuda şöyle der: “Hüküm çıkarırken yalnız Kur’an’a bakmak ve onun açıklaması olan Sünnet’e bakmamak doğru olmaz; çünkü Kur’an küllî (genel) hükümleri ihtiva eder. Namaz, zekât, oruç ve benzeri emirleri açıklamak için ise Sünnet’e bakmak zaruridir.” 1 Bununla birlikte sünnetin konumu; sadece Kur’an’ı açıklamak değil, hüküm çıkarırken başvurulan müstakil bir aslî (delil)dir.
             Kur'an’dan Peygamber'e itaati emreden ayetler Sünnetin tek başına da hüccet (delil) oluşunu gösteren delillerdir. Meselâ Nisa Sûresinde; "Peygamber'e itaat eden Allah'a itaat etmiş olur."2 buyrulmaktadır. Yine Nisa Sûresinin bir diğer ayetinde; "Ey îman edenler, Allah'a itaat edin, Peygambere ve sizden buyruk sahibi olan­lara (ulu’l-emre) itaat edin.” 3 buyrulmuş ayrıca Ahzab Sûresinde ise, “Allah ve Rasulü bir şeye hükmettiği zaman, inanan erkek ve kadınlara işlerinde artık başka yolu seçmek ya­raşmaz" 4 buyrulmuştur. İşte bunlar ve benzeri nass'lar Peygamber'in buyruk­larına da uymak gerektiğini göstermektedir.
             Sünnet, bir bakıma Kur'an'dan doğmuş ve Peygamber de Sünnetle Kur'an'ın hükmünü açıklamıştır.
             Sünnetin, İslam Fıkhı’nın Kur’an’dan sonraki en önemli ikinci kaynağı olduğunu açıkladıktan sonra* bu konuda önemli bir diğer nokta daha vardır ki o da, sünnetin bize nasıl ulaştığıdır. Müslümanlar, ilk asırdan itibaren Hz. Peygamber'in söz, fiil ve takrirlerine önem verdikleri gibi, bu hadislerin Hz. Peygamber'den kimler tarafından rivayet edildiğine de önem vermişler hatta bunun için özel bir ilim dalı oluşturmuşlardır. Hadisler, bizzat Peygamber'i gören sahâbîlerden, sonra onları takip eden tabiîlerden, daha sonra da teba-i tabiînden nakledilegelmiştir. Peygamber Efendimiz’e isnad ettiğimiz bir sözün bu şekilde güvenilir kimselerle bizzat ona kadar dayanması, bir kopukluk yaşanmaması önemlidir. O halde rivayet bakımından hadisler öncelikle iki kısma ayrılır: 1) Senedi muttasıl (birleşik) olanlar, 2) Senedi muttasıl (birleşik) olmayanlar.
             Burada konumuz olan, senedi kopukluk olmadan Allah Rasûlü’ne kadar dayanmış olan birinci kısımdır. Bunlar da rivayet bakımından; Mütevâtir, Meşhur ve Haber-i âhâd diye üçe ayrılır:
             Birinci kısım olan ‘mütevatir’ hadisler; sened yönünden Peygamber (s.a.v.)'e dayanır ve Peygamberimizden de çok sayıda ve yalan üzerine birleşmeleri im­kânsız olan bir topluluk tarafından rivayet edilmiştir. Beş vakit namaz ve zekâtın miktarları ile ilgili hadîs-i şerifler bunlara misal olarak zik­redilebilir. İnsanların tevatüre dayanarak kabul ettiği şeylerin eskiden beri doğruluğunu, mantıkî incelemeler isbat etmiştir; zira insan­lar, değişik mizaç ve yaratılışa sahiptir; dolayısıyla büyük bir kalabalık bir haber üzerinde birleşiyorsa bu, bizzat işittikleri içindir. Çünkü sayıca çok oluşları, duymadıkları ve uydurma bir şey üzerinde birleşmelerini imkânsız kılar. Bu itibarla mütevâtir hadisler, delil olmak bakımından hemen hemen Kur'an kuvvetindedirler.
             İkinci kısım, yani ‘meşhur’ hadisler de; bir-kaç sahabi tarafından rivayet edilmiş olmakla birlikte sonradan meşhurlaşarak, yalan üzerinde birleşmesi imkânsız olan bir ka­labalık tarafından rivayet olunmuştur. Ebu Hanîfe ve arkadaşlarına göre meşhur hadis, kesin bilgi ifade eder; fakat bu, derece bakımından tevatürle hâsıl olan bilgiden aşağıdır. Kur'an'da mevcut olmayan hükümler, bu hadislerle sabit olur.
             Üçüncü kısım yani ‘haberi âhâd’ hadisler ki, bunlar da; bir - iki veya daha fazla sahâbî tarafından rivayet edilegelmiş, sonrasında da meşhur seviyesine çıkamamış olan hadislerdir.  Ahâd hadis, zannî bilgi ifade eder; kesin bilgi ifade etmez; çünkü bunların Peygamber (s.a.v.)'e ulaşmış olmasında az da olsa şüphe vardır. Bu şüpheden ötürü bil­ginler; itikadî meselelerin kesin bilgiye dayanması gerektiği için itikadî konularda bunun bir delil teşkil edemeyeceğini; amelî konularda ise ona aykırı başka bir hüküm bulunmazsa bununla amel edilebileceğini belirtmişlerdir.
             Üç imam, yani İmam Ebu Hanîfe, İmam-ı Şafiî ve İmam Ahmed b. Hanbel (R. Anhüm) sahih hadislerin rivayet şartlarını taşıyan âhâd hadisi, delil olarak kabul ederler. Bazı durumlarda onu reddediyorlarsa bu; Peygam­ber'e ulaşma yönünden kuvvetli bir şüphe gördükleri veya daha kuvvetli gör­dükleri bir delile aykırı buldukları içindir. Bu durumda Haber-i âhâd'ı delil olarak kabul etmek için; ravilerinin adalet ve zabt vasfına sahip olması, her râvinin, kendisiyle görüştüğü sabit olan bir kimseden bizzat işitmiş olma­sı ve hadisin metninde de, din veya Kur'an'ın kesin emirlerine aykırılık bulunmaması şarttır.
             Adalet'in vasfının manası, râvinin dinî meselelerde, dinin emir ve yasaklarına önem vermesi ve bid'at ehli olmaması ayrıca yalancılıkla da meşhur olmamasıdır.
             Zabt'ın mânâsına gelince; sözü hakkıyla işitmek, sonra onu istenil­diği şekilde anlamak, sonra bütün gayretini sarf ederek hıfz etmek, sonra da onu muhafazada sebat etmek ve rivayet ederken şüpheye düş­memek için müzakere suretiyle kontrol etmektir. Buna ilaveten şer'î ve fıkhî mânâsını da anlayarak ezberlemiş olmak zabtın en üstünüdür. Bu itibarla yaratılıştan veya dik­katsizlikten, ya da müsamaha suretiyle gafleti şiddetli olan kimsenin ri­vayeti hüccet (delil olarak kabul) olmaz.  
             Sonuç olarak şöyle denilebilir ki; Sünnet, şer'î hükümleri beyan bakımından Kitab'ın yardımcısı, kitabın hükmünü beyan etmediği konularda ise hükmü bizzat beyan eden tamamlayıcısıdır. Yine denilebilir ki Sünnet'in açıkladığı her hüküm için Kur'an'da uzak veya yakın bir asıl mevcuttur. Bu görüşü, İmam-ı Şafiî "er-Risale" sinde nakletmiştir. Şâtıbî de"el-Muvâfakât"ında şöyle demiştir: "Sün­net, mânâsı itibariyle Kitab'a râcidir, çünkü o, Kitab’ın bir açıklamasıdır. Buna; “Sana Kur'ân'ı indirdik, ta ki in­sanlara, kendilerine indirileni açıklayasın.”5 âyeti delalet eder. Sünnet'te mevcud olan her hususa Kur'an'da icmali (genel) veya tafsîlî (özel) bir delalet vardır; çünkü Kur'an, bu şerîatin esası ve ilk kaynağıdır... Allah, Kur'ân'ı her şeyi açıklamak için göndermiştir. Buna göre Sünnet, özet olarak Kur'an'da vardır; çünkü emir ve yasaklar, Kitab'ın başlıca hü­kümlerini teşkil eder. Allah Teâlâ Kur'an'da, “Biz Kitab'da hiç bir şeyi eksik bırakmadık”6 buyurmuştur."7
             Bir dahaki sayıda İslam Fıkhı’nın Kaynaklarından üçüncü sırada olan “İcma”yı açıklayarak devam etmek temennisiyle Allah’a emanet olunuz.


Semra Kuytul Furkan Nesli Dergisi 16. sayı


*Sünnet konusunda daha geniş açıklama için bkz. Furkan Nesli Dergisi, 9-10-11. sayıları İslam Fıkhı sayfası

1-  El-Muvâfakât, Ticariyye Babı, c. III, s. 369
2-  Nisa 80
3-  Nisa, 59
4-  Ahzab,36
5-  Nahl, 44
6-  En'am, 38
7-  El-Muvâfakât, c IV, s. 12, 33.




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder