6 Haziran 2018 Çarşamba

Değerlendirmeler -3


Ben Alparslan Kuytul Hocaefendi’nin Eşi Aynı Zamanda Dava Arkadaşı Semra Kuytul!

Geçirdiğimiz şu süreç hakkında gerek kendimizi ifade etme gerek fikir alma maksatlı olarak birçok kanaat önderi, hoca, yazar, siyasetçi, hukukçu, sivil toplum kuruluşları ve insan hakları dernekleri ile görüşmeler yaptığımızdan bahsetmiş ve bu görüşmeler ile ilgili değerlendirmelerimi sizlerle paylaşmaya başlamıştım.

Değerlendirmelerime 3. Bölüm ile devam ediyorum.

Siyasetçilerin Alparslan Kuytul Hocaefendi’nin Tutukluluğuna Bakışı:

Siyasetçilerden, parti ayrımı yapılmaksızın 100 kadar siyasetçi (milletvekili) ile görüşüldü. Görüşülenler arasında şu anda aktif siyaset yapmadığı halde tecrübesine inandığımız bazı siyasetçiler de var.

Arkadaşlarımızın meclise yaptığı ziyaretlerde (bir kısmı siyaseten de olsa) çok nazik karşılandıklarına şahit olduk. Samimane ortamlar oldu, gerçekten yardımcı olmaya çalışanlar ve içtenlikle ilgilenenler de… Bu ilgilerinden dolayı kendilerine teşekkür ediyoruz. Arkadaşlarımızın mecliste randevu talep ettiği günlerde erken seçim kararı açıklanmıştı ve onlar için birden bire yoğun bir mesai ortamı doğmuştu. Kendileri açısından oldukça karışık ve yoğun günler olmasına rağmen mevzumuzla ilgilenmeye çalışanlara hassaten teşekkür ediyoruz.

Ben yine sizler için bütün görüşmelerden aldığım bilgilerle konuyu özetlemeye çalışacağım. Bu konuda en baştan beri tarafsız yazmaya çalıştığımı da özellikle belirtmek isterim. Yani bu görüşmelerde hoşlanmayacağımız hususlar olsa da sizlere ileteceğimden emin olabilirsiniz.

Burada da öne çıkan hususlar çok ilginçtir. Öncelikle neredeyse görüşülenlerin tamamında Alparslan Kuytul Hocaefendi’nin tutuklanmasının siyasi olduğunda ortak bir kanaat söz konusudur. Muhalefet cephesinde Türkiye'deki hukuksuzluğun siyasi kaygıyla yapıldığı da yaygın bir kanaat!

Meselemizin hukuki bir boyutu olduğunu düşünen nerdeyse yok gibi ya da biz karşılaşmadık. Bu sebeple bilhassa siyasiler olayımıza çok daha vahim bakmaktadırlar. İsmini vermeyeyim birisi bizzat bana ‘sizin işiniz Allah’a kalmış’ dedi. Çok şükür Allah’a kalmış bundan memnunuz da ama onun kastı bu değil. Kullarda dermanı olmayan derde düşmüşsünüz demek istiyor!

Genelleme yaparsak muhalefet cephesinden görüşülen siyasetçilerin;
1-      Olayımızı yakından takip ettiklerini,
2-      Yapılanı hukuksuzluk olarak kabul ettiklerini,
3-      Türkiye’nin siyasi olarak geldiği noktada tenkide asla açık olmayan bir yapıya dönüştüğü,
4-      Destek vermek istediklerini ancak ellerinden gelen çok da bir şey olmadığını belirttiklerini,
5-      Şayet ellerinden gelebilecek bir talebimiz olursa yardımcı olmak istediklerini söylediklerini gördük.

İktidar cephesindekilerin ise;
1-      Birçoğunun olayımıza oldukça mesafeli durduklarını,
2-      İktidarda olmaları sebebiyle çare bulabilecek merci olmalarına rağmen konuya çözümsüzlük açısından daha vahim baktıklarını,
3-      Bir kaçının ise olayda hukuksuzluk olsa bile asla müdahale edebilecekleri bir durum olmadığını, bunun kendilerinin siyasi hayatlarını zora sokacağını samimiyetle söylediklerini gördük.

Gerek iktidardan gerek muhalefetten birkaç siyasetçinin, yapılan karalama kampanyalarından etkilenmiş ve Hocaefendi’nin; “darbeye hayırlı olsun ve kalemi kırılmıştır dediği” iftirasına inanmış olduğuna da şahit olduk. Kendilerine bunun iftira olduğu, kırpılmış videolar ile Hocaefendi’nin konuşmasının tamamen değiştirildiği anlatıldığında ve videoların aslı izletildiğinde ise çok şaşırdılar ve konuyu araştıracaklarını söylediler.

Görüşülenlerin her birine, içlerinde ilgili videoların da bulunduğu; bizleri tanıtıcı, konuyu aydınlatıcı, iftiralara cevapların açıklandığı dokümanlar bırakıldı.

Bizim gördüğümüze göre Furkan Vakfı meselesi ve Alparslan Kuytul Hocaefendi’nin tutukluluk süreci her ne kadar medyaya yansıtılmasa da siyasilerin ve bürokratların kulislerde konuştuğu gündemlerden biri haline gelmiş durumda… Konudan haberi olmayan ve takip etmeyen neredeyse yok!
Hassaten muhalefetteki siyasetçiler arasında Alparslan Kuytul Hocaefendi’nin yaptığı haklı tenkitler biliniyor, hatta kabul ediliyor ve hatasının, “kral çıplak” demesi olduğu açıkça ifade ediliyor. “Keşke doğruları bu kadar açık konuşmasaydı” diyenler de var… Yani Hocaefendi’nin asıl hatasının(!) doğruları açıkça konuşmak olduğu onlar arasında da çok yaygın bir kanaat!

Arkadaşlarımızın, bizim hiçbir suç ya da terör örgütü ile alakamız olmadığını izah etmeye çalışmalarına çok aldırış etmediklerine şahit olduk. Hemen hemen hepsi “yaa geçin bunları, bunlara kim inanır” zaten der gibiydi. Bir kısmı izah çabamıza karşılık kendileri ile alakalı açılan davaları anlatmaya başladı. Lisan-ı hal ile “malum Türkiye ortamı, üzülmeyin, geçer” der gibiydiler!

Şu anda aktif siyaset yapmayan tecrübeli bir siyasetçi ise bize yapılanı “sizin gibi istikbal vaad eden bir cemaate bunun yapılması gayet normal” sözleriyle açıkladı.

Yine Ak Partili bir siyasetçinin manidar cümlelerini sizlerle paylaşmak istiyorum. “Bir âlimin bizim dönemimizde içerde olması bizim büyük bir ayıbımızdır. 16 yıldır iktidardayız, Ak parti artık eski Ak parti değil..” ifadelerini kullanması üzerine arkadaşımız ortamı yumuşatmak için “yandaş medyanın da etkisi büyük, bu iftiralar herkese hata yaptırıyor” deyince “Ne alakası var! Medya da bizim değil mi zaten!” cevabını veriyor.

Sonuç olarak; bizi tanımadığını söyleyen çok az bir kısmı hariç genel olarak bizim ‘hiç bir suç ya da suç örgütü ile ya da hiçbir terör örgütü ile alakamız olmadığını’ hepsi biliyor. Bu sebeple de bizlere karşı davranışları sıcak ve samimi idi.

Ellerinden bir şey gelmese de samimi yaklaşımlarından dolayı hepsine teşekkür ediyoruz. Zaten arkadaşlarımızın gitme sebebi başta da ifade ettiğim gibi yardım istemekten ziyade medyanın algı operasyonuna karşılık tanışmak ve doğru tanıtım yapmaktı. Ama bu ziyaretler de gösterdi ki sosyal medyanın tesiri, Tv.lerin ve gazetelerin tesirini sollamış! Tv kanalları ne anlatırsa anlatsın, gazeteler ne basarsa bassın insanlar haberin kaynağına ulaşıp doğrusunu öğreniyor. Bu da yandaş medyanın güvenilirliğini her geçen gün daha da sarsıyor.

Yaşadığımız Operasyon Hakkında Bilirkişilerin Kanaati:

Gerek hukuki olarak fikir alabilelim diye gerekse aleyhimizde oluşturulmak istenen yanlış kanaatlere karşı tanışma ve tanıtım maksatlı olarak bazı illerin Baro başkanları da dâhil olmak üzere birçok hukukçu ile de görüştük ve dosyamızdaki bazı detaylardan kendilerine bahsederek ne yapabileceğimiz konusunda fikir sorduk.

Gerek emniyet mensuplarından (içlerinde zamanında emniyet müdürlüğü yapmış kimselerde var) gerek hukukçulardan aldığımız tepkiler de çok ilginçti.

Olayımızı tarafsız inceleyen emniyet mensupları, söz konusu iddiaların tamamen zorlama olduğunu, somut bir suça isnad edilemeyişinin çok açık göründüğünü ifade ettiler. Yapılan hukuksuz gözaltılara ise çok şaşırdılar. Sanırım bu kadar iş tecrübesinde ilk defa bizimki gibisine rastladılar. Balon uçurdu diye yakasına kart taktı diye duvara kömürle yazı yazdı diye gözaltına alınanların olması, bomba araması yapar gibi mobesalardan takiple ‘pankart’ aranması, “balonun üzerinde parmak izin var” diyerek bir kişinin ifadeye çağrılması, sorguda “pankartı kim yazdı? ben yazdım, neyle yazdın? kalemle yazdım, kalem nerde? çöpe attım, hangi çöpe…” diyaloğu onları çok şaşırttı. Tecrübeli bir emniyet mensubu, ‘yaşananların Türkiye’deki siyasetin geldiği noktayı resmettiğini’ söyledi.  

Hukukçular açısından ise olay başka bir vahamet arzediyordu. İlk duruşmada verilen gerekçeli karardan bahsettiğimizde hayretler içinde kaldılar. Bundan bahsettiğimiz her bir kişinin yüzünde gördüğümüz şaşkınlık ifadelerini kameraya çekmek isterdim. Hâkimin siyasi figürlerle desteklediği ve hukukta karşılığı olmayan “halkın teveccühüne yön verme suçu” herkesi şaşkına çevirdi.

“Halkın teveccühüne yön verme suçu”nun belirtildiği gerekçeli kararın hukuk fakültelerine konu olacak nitelikte olduğunu belirtenden, tiyatro tarihine geçecek bir malzeme olacağına varan ilginç yorumlarla karşılaştık.

Bu görüşmelerin birçoğuna ben katılamadım ancak bir kısmında bulundum. Kendi gördüklerim ve arkadaşlarımızdan aldığım bilgiler doğrultusunda sizleri de bilgilendirmek istedim.

İnsan Hakları Örgütlerinin Olayımıza Bakışı:

Son olarak insan hakları örgütleri ile yaptığımız görüşmelerimizden de bahsetmek istiyorum. Bunlarla bizzat ben görüştüm.

Öncelikle şunu belirtmeliyim ki; bu örgütlere göre bizim olayımız çok vahim değil.. Evet, hukuksuz bir muamele olduğu, insan haklarına uygun muamele yapılmadığı herkesin kabulü ancak malumunuz Türkiye ortamında onlara başvuranların yaşadıkları yanında bizimki hafif kalıyor. Çünkü yıllarca içerde mahkemesiz yatanlar, bil fiil şiddet ve işkenceye maruz kalanlar, somut delillere dayandırılmaksızın müebbet hapse mahkûm edilenler gibi çok çeşitli olaylarla karşılaşıyorlar.

Alparslan Kuytul Hocaefendi’ye yapılanların “insan haklarına ve ifade özgürlüğüne aykırı olduğu” ise hepsinin ortak kanaati.. Özellikle uygulanan tecritin bir ‘insanlık suçu’ olduğunu hatta uluslararası literatürde ‘işkence’ sınıfından sayıldığını ben onlardan öğrendim.

Görüşmelerimiz esnasında biz kendilerine başvurmadan önce onların da olayımızı takip ettiklerini öğrendik. Türkiye içinde faaliyet yapan üç, yurt dışından dünya çapında faaliyet yapan iki örgütle görüştük. Bizimle ilgili rapor hazırlayacaklarını söylediler. Bizim olayımızı da tamamen insan haklarını ihlal kapsamında ve ifade özgürlüğüne aykırı olarak kabul ettikleri için meseleye “bu zaten bizim konumuz” şeklinde bakıyorlar.

Uluslararası çalışan bir örgütün Türkiye temsilcisi olan bir bayanla (kendisi Türk değil) diyaloğumuz ise çok ilginç geldi bana. Bizi gayet iyi tanıyordu. Ben ona durumumuzu ve neyle suçlanmaya çalışıldığımızı izah etmeye çalışırken o lafı ağzımdan aldı ve “biz sizin hiçbir suç örgütü veya terör örgütü ile bağlantınız olmadığını çok iyi biliyoruz. Siz suç örgütü değil, insanların menfaati için çalışan sivil toplum örgütüsünüz” dedi. Bu net konuşma beni çok memnun etti. “Konuyu takip ediyoruz, yurt dışındaki toplantılarda da bu mağduriyeti dile getireceğiz” dedi.

Yazdıklarım bu kadar! Yazmadığım, bizde saklı olan daha çarpıcı detaylar da var ama şimdilik onları yazmayayım. Belki daha sonra…

Son olarak şunu da belirtmek istiyorum. Bahsettiğim gibi çok çeşitli çevrelerden çeşitli kimselerle görüştük. Dikkatimi çeken önemli bir nokta şu ki; “Bir ah ettiysek bin ah işittik!” Nasıl, diyeceksiniz!

Siyasetçisinden gazetecisine herkesin muzdarip olduğu o kadar çok şey var ki! Belki şaşıracaksınız bazılarıyla görüşmemizde biz sustuk onlar konuştu, dertlerini dinledik. “Size daha büyük geçmiş olsun” deyip çıktık! Biz olayımızı gündemde ve sıcak tutuyoruz diye herkes birçok detayı biliyor zaten ama birçoğu yaşadığını anlatamıyor, yutkunup olabildiği kadar en az zararla yoluna devam etmeye çalışıyorlar.

Bu konuda da çok detaylara girmeyeyim ama şu bir gerçek “Bir ah ettik, bin ah işittik”

Neredeyse şunu diyeceğim “yine en iyi durumda olan bizmişiz!”

Semra Kuytul

5 Haziran 2018




4 Haziran 2018 Pazartesi

Değerlendirmeler -2


Ben Alparslan Kuytul Hocaefendi’nin Eşi Aynı Zamanda Dava Arkadaşı Semra Kuytul!

4 ay önce, 30 Ocak’ta Furkan Eğitim ve Hizmet Vakfına ve 24 evimize gerçekleşen operasyonla Alparslan Kuytul Hocaefendi ve 4 arkadaşımız tutuklanması üzerine gerek sosyal medyada gerek ulusal medyada aleyhimizde karalama kampanya başlatıldığından bahsetmiştik.

Yaşadığımız ciddi hukuksuzlukların bulunması ve aleyhimizde yürütülen karalama kampanyasına karşılık bizler de hem bu hukuksuzluklara çözüm bulabilmek, tecrübeli kişilerden fikir alabilmek hem de bu algı operasyonlarının altında ezilmemek için son bir ay boyunca durmadan görüşmeler yaptık.

Bir önceki yazımda bu görüşmelerin içeriğini ve neticelerini sizlerle paylaşmaya başladım (Değerlendirmeler -1’e bakabilirsiniz) ve birçok kanaat önderi, hoca, yazar, gazeteci, siyasetçi, hukukçu, sivil toplum kuruluşları ve insan hakları dernekleri gibi çeşitli çevrelerden kişi ve kurumlarla yaptığımız görüşmelerden elde edilen bazı önemli kanaatleri yazdım.

Önceki yazım da (Değerlendirmeler 1’de) ;

Yapılan Görüşmeler Esnasında Öne Çıkan Bazı Önemli Hususları,

Furkan Vakfı Ve Alparslan Kuytul Olayının Yankılarını,

Ve

İslami Camianın Furkan Vakfı Operasyonuna Ve Alparslan Kuytul Hocaefendinin Tutukluluğuna Bakışı yazmıştım.

İkinci bölümde kaldığım yerden devam ediyorum.

Şimdiye Kadar Maruz Kaldığımız ve Bazılarını Bizim Bile Fark Etmediğimiz Diğer Operasyonlar:

Görüştüğümüz kanaat önderleri, yazar ve hocalarla çok istifade edici ortamların oluştuğunu söyleyebilirim. Bu görüşmeler esnasında Üstadlarımızdan bazı dostane eleştiriler de aldık. Sağolsunlar arkamızdan konuşulan bazı konuları yüzümüze söyleyerek uyardılar.

Bunlardan ilki ve ne çok konuşulanı Furkan Vakfı olarak bizlerin İslami camia ile kopuk bir duruş sergiliyor olmamız! Bu haklı eleştiriye ister istemez katılmamak mümkün değil ancak bu vesile ile olayın, görünmeyen yönü ortaya çıkmış oldu.

Aslında Allah şahittir ki ne Alparslan Kuytul Hocaefendi ne de talebeleri, biz hiçbir zaman diğer grup ve cemaatlerle aramıza mesafe koymadık. Hatta böyle düşünenlere; Alparslan Kuytul Hocaefendi’nin Ankara ve İstanbul’a geldiği dönemlerde diğer hoca ve cemaatlere bizzat ziyaretler gerçekleştirmeye çalıştığı, Malatya vb şehirlerde her gittiğinde bizzat uğradığı kanaat önderleri olduğu anlatıldığında çok şaşırdılar. Birçok ilde gerçekleştirdiğimiz konferanslarda o ilde bulunan sivil toplum kuruluşlarına ve şahıslara bizzat davetiyeler bastırdığımızı kermes vb tüm faaliyetlerimize yıllarca davet ettiğimizi, davet edildiğimizde çiçeğimizi alıp gitmeye özen gösterdiğimizi yani olayın hiç de göründüğü gibi olmadığını duyduklarında ise inanamadılar.

Peki, bunlara rağmen oluşan bu fikrin kaynağı neydi?

Bunun biz de tam anlayamıyorduk. Bu görüşmeler esnasında olayın gerçek sebebi ortaya çıkmaya başladı. Görüştüğümüz kişilerden şunu öğrendik ki bazı Hocalar Adana’ya yolları düştüğünde Alparslan Kuytul Hocaefendi’yi ziyarete gelmek istemişler ve görüşme talep etmişler fakat şu anda gizli tanık olduğundan şüphelendiğimiz bazı şahıslar o günlerde bu talebi Hocaefendi’ye bildirmeden gayet nezaketsiz bir şekilde reddetmiş! Bunlardan birkaçını bu ziyaretler esnasında kendilerinden duyduk. Hatta durum Hocaefendi’ye iletildiğinde kendisinin haberi olmadığını bildirerek bu kimselerden helallik istedi.

Bu nahoş durum bizim bilgimiz dışında yayılmış ve bir soğukluğun oluşmasına sebep olmuş. (Ayrıca bu soğukluğun sadece bundan kaynaklanmadığı, Hocaefendi’nin bazı açık tenkitlerinin İslami kesimin bir kısmında bize karşı bir çekince oluşturduğu kanaatimiz de var.)

Şöyle bir bilgiye daha ulaştık ki; gazeteci ve yazar olan bir kardeşimize Furkan Nesli Dergisinden aradığını söyleyen bir telefon geliyor ve telefondaki kişi dergide yazarlık yapmasını teklif ediyor. İsmini vermek istemediğim bu gazeteci kardeşimiz vaktinin müsait olmadığını ilettiğinde ise karşıdaki kişi ağır hakaretler ederek telefonu kapatıyor. Daha da ötesi bu terbiyesizliğin birden fazla kişiye yapıldığını öğreniyoruz.

Bu bilgileri birleştiren bir üstadımızın kanaati şu şekilde; “Size, yalnızlaştırma ve İslami camiadan kopartma operasyonu çekilmiş!” Ve bizim bundan haberimiz yok!

Ayrıca sosyal medyada manası çarpıtılarak kırpılan videolardan bahsettiğimizde bir gazeteci “demek ki sizinle uğraşan özel bir ekip var” yorumu yaptı. Çünkü yayına sürülen videolar vakit kaybetmeden izleniyor, açık aranıyor, açık bulunamazsa manası çarpıtılacak şekilde özenle kesiliyor ve servis ediliyor.” Bu şekilde art niyetle kırpılan videolar da bir kesimin bizden soğumasına vesile oldu.

Buna benzer bazı olaylar zamanında bizim de dikkatimizi çekmişti. Mesela özel bir gayretle, silahlı bir yapıyla irtibatımız varmış gibi gösterilmeye çalışıldı. Konferans afişlerimizin üzerine silahlı yönü olan bir yapının afişlerinin itina ile yapıştırılması suretiyle isimlerin alt alta gelmesi ile sanki beraber organizasyon yapıyor havası verilmeye çalışılması, bizim kullandığımız terimleri yine silahlı yönü olan bu yapının dernek ismi olarak kullanmaları gibi… Mesela bizimle alakası olmayıp silahlı bir örgütle irtibatı olan o yapının bir ilde “Öncü Nesil Derneği” kurması ve Furkan Vakfı dendiğinde o örgütle irtibatlı zannedilmesi ya da örgütle irtibatlı olduğu bilinen kişilerin bizim konferans afişlerimizi dağıtarak ‘biz Furkan Vakfına bağlıyız’ demeleri… Bunlar bizim de karşılaştığımız kumpaslar arasında..

Diğer yandan bazı illerde konferans yapacağımızda, samimiyetsizliğinden emin olduğumuz birilerinin Ebu Lehep gibi kapı kapı dolaşıp “bu konferansa gitmeyin onlar vahhabi ya da tekfirci ya da irancı ya da fetöcü” vb ifadeler kullanmak suretiyle aynı şimdiki sorgu tutanağında olduğu gibi kimde ne tutarsa mantığıyla insanları uzaklaştırmaya çalıştığına bizzat şahit olduk. Şahsen ben kendi konferanslarımda da buna şahidim. Bir ilde konferans yapmıştım, konferans sonrası soru olarak bir kâğıt önüme geldi ve kâğıtta hayretler içinde kaldığım ifadeler mevcuttu. Keşke o soruyu saklasaydım. “Hocam sizlerin, İrancı, vahhabi, ehli sünnet düşmanı, tekfirci, el-kaideci hatta daeşli …. olduğunuz söyleniyor ne söylemek istersiniz!” soruda, yok yoktu. ‘Vallahi ne söyleyebilirim, bu tezatları bir araya toplamayı nasıl başarmışız acaba” dedim. Bu tutarsız iftiralar aynı ilde birkaç sene üst üste devam etti. Artık en sonuncuda ‘bunu yapanın kim olduğunu biliyorum eğer buna bir son vermezse buradan mikrofondan onun ismini ilan edeceğim’ demek zorunda kaldım, sonrasında çekildi.

Mesela konferansımız öncesinde İstanbul’da; bir bölgede dolaşan bazı insanlar bizim “tasavvuf-tarikat düşmanı olduğumuz iftirasını” yayarken diğer bölgede dolaşan bazı kimseler ise “oy verene kâfir dediğimiz yalanını” yaymaya çalıştılar. Bu kimseler ile arkadaşlarımız bizzat karşılaştı.

Hatta diğer cemaatler ile aramızı açmaya çalışan bazı karanlıklar adamlar, sarık ve cübbe giyerek bez afişlerimizi kestiler ve afiş dağıtan kardeşlerimize satırla saldırdılar. Olayda bir kardeşimiz kolundan bir kardeşimiz bacağından satırla yaralandı. Biz bunlara rağmen çok şükür o cemaatlere düşmanlık yapmadık hatta Hocaefendi o olaylı konferansta ‘bunu bir tuzak olarak gördüğünü’ açıkladı.

Bu bilgilerle baktığımızda aslında biz 30 Ocak operasyonu öncesi hem sosyal medya üzerinden hem de bil fiil, çeşitli operasyonlara maruz kalmışız! İslami kesimden koparma, karalama, yıpratma, yalnızlaştırma operasyonlarına defalarca maruz kalmışız!

Eleştiri aldığımız diğer bir nokta ise benim “İslami kesimden destek görmedik” sözüm…

Bu konuda nazik uyarılar aldık. Bu konu ise şöyle: Ben bu sözü operasyonun 10. gününde bir gazetecinin bizzat bu ifade ile sorması üzerine söyledim. Ama hakikaten; büyük bir operasyon geçirmişiz, vakfımıza ve 24 evimize teröristmişcesine şafak operasyonu yapılmış, Hocaefendi gözaltında, Vakfımıza kayyum atanmış, 33 dernek mühürlenmiş ve bir ev mühürlenmiş, on gün-gece gündüz Adana Emniyetinin önünde binlerce kişi beklemişiz ve İslami camiadan (hassaten tanınmış kişilerden) birkaç kişi hariç kimseden ses çıkmamış ve kimse bir ‘geçmiş olsun’ bile dememişti. O birkaç kişiyi de ben sonradan öğrendim.

Bu arada bu ilk on gün içinde CHP’li bir iki vekil konuyla ilgili açıklama yaptı, solculardan tanınmış simalar yapılanı sosyal medya üzerinden açıkça kınadı. Bazı sol gazeteler tarafsız haber yaptı. Ben de bunları kastederek soruya o şekilde cevap verdim.

İslami kesim belki aralarında konuşmuş ve yapılanları eleştirmiş olabilirler ama bunu bize yansıtmadılar! Aslında çok temkinli yaklaştılar, ne olur ne olmaz diye çoğunluğu gerçekten sustular! O günlerde kendi camiamızın sessizliği bizi yaralamadı desem yalan olur. Ama kırgın değiliz.

Sonraları destekler arttı. Biz de birkaç defa teşekkür ettik.

Verdiğim bir röportajda (yarım saatlik bir konuşmadaki) sadece bir cümleyi bazı siteler manşete taşıyınca durum farklı bir boyut kazandı ise de olayın aslı bu şekilde…
Yazımızın üçüncü bölümüyle yarın devam etmek temennisiyle Allah’a emanet olun.
Semra Kuytul
04.05.2018
3. Bölüm:
1- Siyasetçilerin Olayımızı Değerlendirmesi ve Alparslan Kuytul Hocaefendi’nin Tutukluluğuna Bakışları
2- Yaşadığımız Operasyon Hakkında -Hukukçular ve Emniyet Mensupları gibi- Bilirkişi Kanaatleri
3- İnsan Hakları Örgütlerinin Olay Hakkındaki Değerlendirmeleri




Yapılan Görüşmeler Hakkında Değerlendirmeler -1



Ben Alparslan Kuytul Hocaefendi’nin Eşi Aynı Zamanda Dava Arkadaşı Semra Kuytul!

Bildiğiniz gibi 4 ay önce, 30 Ocak’ta Furkan Eğitim ve Hizmet Vakfına ve 24 evimize operasyon gerçekleşti ve Alparslan Kuytul Hocaefendi ile birlikte 4 arkadaşımız tutuklandı. Alparslan Kuytul Hocaefendi 4 aydır Bolu F Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda tecrite tabi tutuluyor ve hiçbir sosyal hakları verilmiyor. İlk duruşma müzekkeresine hiçbir dayanak olmaksızın ‘terör örgütü üyesi’ yazmış (ve bunun sebebini hiçbir yetkili izah edemiyor) öte yandan ‘terör örgütü lideri’ gibi muamele görerek ağır şartlarda bulunduruluyor. Ve daha nice hukuksuzluklar…

Diğer taraftan 30 Ocak operasyonu sonrası tahmin ettiğimiz gibi gerek sosyal medyada gerekse ulusal medyada eş zamanlı olarak bir karalama kampanyası başlatıldı. İftiralar ve karalama maksatlı paylaşımlar, bir yandan olayın her tarafta duyulmasına sebep olurken diğer taraftan kafaların karışmasına da sebep oldu.

Bizler de hem bu hukuksuzluklara çözüm bulabilmek, tecrübeli kişilerden fikir alabilmek hem de bu algı operasyonlarının altında ezilmemek için son bir ay boyunca durmadan görüşmeler yaptık. Gittiğimiz kişi ve kurumlarda, bir yandan bu hukuksuzluklara çareler ararken diğer yandan kendimizi tanıtarak karalama kampanyaları ve iftiralara açıklık getirmeye çalıştık.

Tabi bu görüşmelerin hepsinde ben bulunmadım ancak arkadaşlarımdan aldığım bilgiler ve kendi kanaatlerimle birlikte sizlere bu bilgilendirmeyi yapma gereği duydum. Çünkü bu görüşmelerin içeriğini ve neticelerini merak eden bir kitle var ve bende hiçbir şey kapalı kalsın istemiyorum. Topluma mâl olmuş bir meselenin, toplumdaki yankılarını herkesin bilmeye hakkı var.

Bizler bu zaman zarfında ekipler halinde birçok kanaat önderi, hoca, yazar, gazeteci, siyasetçi, hukukçu, sivil toplum kuruluşları ve insan hakları dernekleri gibi çeşitli çevrelerden kişi ve kurumlarla bizzat görüşmelere başladık. Gidilen yerlerde kardeşlerimiz kendimizi tanıttı, fikirlerimizi anlattı, iftiralardan bahsettiler. Karşılıklı hasbihal ile geçen çok verimli tanışmalar ve ziyaretler gerçekleşti. Bu görüşmeler esnasında hemen hemen hepsine, operasyonun ayrıntılarının anlatıldığı, atılan iftiraların gerçek yönünün açıklandığı, görüşlerimizi ve faaliyetlerimizi tanıtan dokümanlar ve videolar sunuldu. Kafa karışıklıkları giderilmeye çalışıldı, fikir alındı. Öncelikle belirtmek istiyorum ki bu esnada çok güzel bir nezaket gördük, hepsine çok teşekkür ediyoruz.

Bu ziyaretlerin bereketini ve görüşmelerden elde edilen bazı verileri (ilk olarak özetle) paylaşmak istiyorum.

Gerçekleşen bu operasyon sonrasında yapılan görüşmeler bazı önemli hususları gün yüzüne çıkardı.

1-    Biz yaklaşık 30 yıldır İslami Faaliyet yapan bir cemaat olmamıza rağmen engellenme sürecinden itibaren (4 yıl önce) Türkiye’de tanınmaya başlamışız. “Sizi ilk defa dört yıl önce tanıdık” diyen çok kişi ile karşılaştık.

2-    Alparslan Kuytul Hocaefendi, halkımızın siyasi yorumlara olan merakı sebebiyle İslami ilimlerdeki derinliği ile değil de siyasi açıklamaları ile gündem olmuş! Hâlbuki İslami konferansları ve derslerinin yanında siyasi açıklamaları belki %5 derecesinde…

3-    30 Ocak, Şafak operasyonu öncesi başka operasyonlara da maruz kalmışız. Bir kısmını zamanında anlamış olsak da bir kısmının biz de yeni farkına varıyoruz. (Açıklayacağım)

4-    Aslında toplumun %95’inin rahatsız olduğu ve kendi aralarında konuştuğu konuları Alparslan Kuytul Hocaefendi yüksek sesle dile getirmiş!

5-    Hassaten İslami kesimin büyük bir çoğunluğu kırpılmış videolardan (sosyal medya operasyonundan) etkilenmemiş!

6-    Bize yapılan bu susturma operasyonunun daha sessizi, birçok grup ve cemaate bizden önce yapılmış!

7-    Kimse kendinden emin değil ve suçlu olmadığı halde herkes her an kendine de bir operasyon yapılabilir beklentisinde yani toplumda yarına güven yok!

8-    Kanaat önderleri ve sivil toplum kuruluşlarının neredeyse tamamı Türkiye’de sürecin hukuki değil siyasi işlediğini düşünüyor!

9-    Bizim gibi bir cemaate böyle bir operasyonun yapılacağını herkes zaten bekliyormuş, kimse şaşırmamış! (Sebeplerini açıklayacağım)

KONUYU GENİŞLETECEK OLURSAK:

Furkan Vakfı Ve Alparslan Kuytul Olayının Yankıları:

Yaklaşık bir ay önce başladığımız ve çeşitli kişi ve kurumlarla yaptığımız görüşmeler neticesinde şuna açıkça kanaat getirdik ki; Furkan Vakfı Baskını ve Alparslan Kuytul Hocaefendi’nin tutuklanması olayı Türkiye’de ve Dünya Müslümanları arasında tahmin ettiğimizden çok daha büyük bir yankı bulmuş.

Yapılan görüşmelerin nerdeyse tamamında karşılaştığımız husus şu; olaya tepkisini dile getirsin ya da getirmesin biz anlatmadan onlar zaten olayımızı ve sürecin nereye varacağını ilgiyle ve yakından takip ediyorlar, yapılan hukuksuzlukların da farkındalar. 

Hatta siyasetçiler de dâhil olmak üzere birçok kesim Alparslan Kuytul Hocaefendi’yi videolarından takip ediyor ve son konuşmalarının neler ve hangi konularda olduğunu çok iyi biliyor.

İslami Camianın Furkan Vakfı Operasyonuna Ve Alparslan Kuytul Hocaefendinin Tutukluluğuna Bakışı:

İslami camiadan sivil toplum kuruluşları da dâhil yaklaşık 50 kadar hoca ve kanaat önderi ile görüşüldü. Burada ortak kanaatlerden bahsedeceğim. Söylenenleri eksik ya da fazla olmaksızın aynen belirtmeye çalışacağım.

Bize yapılan bu operasyonun;

1-      Cemaatlere yapılan baskı kapsamında olduğu,
2-      Susturma amaçlı olduğu,
3-      Diğer grup ve cemaatleri de korkutma maksatlı olduğu,
4-      Hükümete karşı tenkitleri açıkça dile getirdiğimiz için,
5-      Tevhidi anlattığımız için olduğu düşüncesi gene olarak hâkim.
 Bu durumda sabırla ve teenni ile yolumuza devam etmemiz gerekliliği ise özellikle vurgulandı.

Yaşadığımız süreç itibariyle;

1-      Türkiye’de İslami faaliyetlerin önünün kapatılmaya çalışıldığı,
2-      Siyasi baskının arttığı,
3-      İkinci 28 Şubat sürecinin yaşandığı,
4-      Konuşma ve ifade hürriyetinin kalmadığı gibi tenkit hürriyetinin ise asla kimseye tanınmadığı,
5-      Türkiye’nin geleceğinde Müslümanların durumuna dair ciddi endişelerin olduğu,
6-      (Bir kısmı) kendilerine de çeşitli şekillerle tehditlerin geldiği,
7-      Bir sabah baskınla uyanma ihtimalinin her Müslüman için bulunduğu,
8-      Karanlık bir süreçten geçtiğimiz gibi ciddi endişelerin yaygın bir kanaat olduğu özellikle vurgulanan noktalar arasında.


Bunlar maalesef İslami camianın ortak kanaatleridir. Yani konuşulan kimselerden hemen hemen hiç biri Türkiye’nin içinde bulunduğu durumu olumlu değerlendirmemiş, bize yapılanın da bizim hatamızdan kaynaklandığını ifade etmemiştir. 

Evet, Hocaefendi’nin doğruları açık açık konuşmasına katılmayarak ‘keşke bu kadar açık konuşmasaydı’ diyenler elbette olmuştur ancak onlar da ‘bu bir tercih meselesidir, Alparslan Hoca mikrofondan gür söylemeyi tercih etmiştir’ cümlesini eklemişlerdir. Yine görüşlerimize katılmayan birkaç kişi de ‘görüşlerinize katılmıyorsak da bu, yapılanı tasvip etmek manasına gelmez, yapılan açıkça zulümdür, insan tenkit ediyor, görüşlerini söylüyor diye tutuklanamaz’ demişlerdir. Hatta ‘bu durumda elimizden ne geliyorsa maddi manevi yardımcı olmak isteriz’ diye eklemişlerdir. Allah hepsinden razı olsun.

Bizim hatalı olduğumuzu söyleyerek bizi kınayan bir üstad ise şu cümleyi sarf etmiştir: “Siz de cetvel gibi doğrusunuz kardeşim! Bu kadar da olmaz ki! Bakın falan’a… Sizde onun gibi biraz eğilip bükülseydiniz başınıza bunlar gelmezdi!” (Bunun dışında da bazı haklı eleştiriler var onlara da değineceğim)

Hatta saygıdeğer bir Hocamızın şu ifadeleri oldukça dikkat çekicidir: Size yapılana ‘adaletsizlik’ demek yetersiz kalır, bu aleni bir zulümdür. Türkiye’de gerçek İslam gelmediği müddetçe zulmün devam edecektir. Bu yüzden Türkiye'de bu zulme şahit olmaktansa içerde kalmak zulme şahit olmamak açısından daha tercihe şayandır. Bugün siyaset, zulüm ve çirkeflik üzerine kuruludur ve her ne kadar hak ortaya konulmaya çalışırsa çalışılsın, karşı taraf buna zulümle karşılık verecektir…

Müslüman kardeşlerimizle yapılan bu görüşmeler çok bereketli geçti. Ziyaretine gidilenler bu ziyaretlerin ve görüşmelerin devam etmesi gerekliliğini özellikle vurguladılar ki biz de aynı kanaatteyiz.

Tüm hocaların, kanaat önderlerin ve sivil toplum kuruluşu mensuplarının hassaten Hocamıza ve arkadaşlarımıza selamları var. 

Birçoğu maddi-manevi destek olmak istediklerini özellikle belirttiler ve Hocaefendi tahliye olursa bizzat ziyaret etmek istediklerini bildirdiler. Buyursunlar gelsinler başımız üstünde yerleri var.

Biz de bu vesile ile kendilerine bir kez daha teşekkür ediyoruz. Gösterdikleri kardeşlik, hüsn-ü zan ve yardımlaşma arzusu bizleri ziyadesiyle memnun etti. Allah hepsinden binlerce kez razı olsun.

Semra Kuytul

03 Haziran 2018



Not: Bu kısım yazımızın ilk bölümü. İnşaallah yarın ve diğer gün iki bölüm daha yayınlayacağım.
İkinci ve üçüncü bölümde de şu konulara yer verdim.

2. Bölüm:
1- Görüşmelerimiz Esnasında Bize Yapılan Bazı Dostane Eleştiriler
2- Şimdiye Kadar Maruz Kaldığımız ve Bazılarını Bizim Bile Fark Etmediğimiz Diğer Operasyonlar

3. Bölüm:
1- Siyasetçilerin Olayımızı Değerlendirmesi ve Alparslan Kuytul Hocaefendi’nin Tutukluluğuna Bakışları
2- Yaşadığımız Operasyon Hakkında -Hukukçular ve Emniyet Mensupları gibi- Bilirkişi Kanaatleri
3- İnsan Hakları Örgütlerinin Olay Hakkındaki Değerlendirmeleri












9 Mayıs 2018 Çarşamba

07.05.2018 Pazartesi günü gerçekleşen şafak operasyonu ile ilgili (Twitter'dan)






Kıymetli Kardeşlerim! bu operasyonla ilgili ortaya ne iftiralar atacaklar diye merak ediyorduk. 

Milyonlarca paradan bahseden basit bir iki site dışında haber siteleri genelde temkinli davranmış. 

O bir iki basit site ise bir gün böylesi haberler yazarken çarpılacak diye korkuyorum

Düşmanı Allah'tan korkmayanın işi bir yönden zordur, diğer yönden kolay.. 

Zorluğu şu ki; pervasızca sallar, mide bulandırır! 

Kolaylığı şu ki pervasızlığından dolayı çok hata ve gaf yapar. 

Dayanaksız iftiralar atan yalancıların mumu yatsıya kadar bile yanmıyor

Biz 30 yıldır milletimizin yakından tanıdığı, kapımızın herkesime açık olduğu gayet şeffaf bir kuruluşuz. 

Halkımızdan infak vermek isteyen makbuz karşılığı verir, yardım ettiğimiz BİNLERCE ailenin adresi bellidir. 

İnfakların ve etlerin nereye verildiğine halkın kendisi şahittir..

Çarpılmasından korktuğum bu çarpık zihniyet paradan bahsederken NEDEN BU PARALARIN NEREYE HARCANDIĞINA DAİR TEK KELİME ETMİYOR! 

"Milyonlarca para" İFTİRASI bir yana ama bu para ya da para makbuzu kimin hanesinden çıkmış! 

Evi lüks bir tane adam var mı şu anda gözaltında!

20 eve baskın yapan Emniyet mensuplarından RİCAM; evlerin görüntülerini de bu iftiracı basın ile paylaşsınlar.. Yardıma muhtaç binlerce aileye sırf Allah rızası için hizmet veren bu temiz insanların evlerindeki eşyaları, mütevazı hayatlarımızı da paylaşsınlar... 

Kendi çocuğunun rızkından kesip muhtaç olanlara yardım eden bu insanlara iftira attınız.. Vebalimizi aldınız..

Adalet için..

09.05.2018



6 Mayıs 2018 Pazar

Zindandan Mektub




Zindandan oğlum Muhammed’e ve Kızlarım Meryem, Hatice, Besra ve Rabia’ya Mektub

Aslan parçası oğlum ve dünya güzeli çiçeklerim! Kalpleriniz nasıl? Sağlığınız nasıl? Dersleriniz nasıl? Moraliniz nasıl? “Hepsi de iyi, çok şükür” dediğinizi duyar gibiyim. Elhamdülillah. Hayatınız boyunca en çok önem vereceğiniz şey kalbiniz ve imanınız olsun. Çünkü Peygamberimiz (SAV) buyuruyor ki: “Vücutta bir et parçası vardır, o düzeldiğinde tüm vücut düzelir, o bozulduğunda tüm vücut bozulur. Dikkat edin, o kalptir.” Kalbin iyi olması ve düzelmesi ise farzları ve sünnetleri yaparak, haram ve mekruhlardan ise kaçınarak mümkün olabilir. Her günah kalpte bir siyah nokta meydana getirir, kişi günahlarından tevbe eder ve günahtan sonra güzel ameller işlerse o siyah noktalar silinir, kalp temizlenir. Tevbe etmez ve güzel işler yapmazsa o siyah noktalar birikir birikir ve tüm kalbi kaplar. İşte o zaman o insan laf anlamayan, doğruyu görmeyen bir insana dönüşür ve Allah onun kalbini mühürler. Böylece kişi cehennemlik olur.

Unutmayın ki kalp vücudun padişahıdır. Nasıl ki bir ülkenin padişahı iyi ve adil bir insan olursa o ülkede her şey güzel olur; adaletsiz, zalim ve kötü bir insan olursa ülkede her şey kötü olur. Aynen onun gibi kalbiniz temiz, imanla dolu ve İslam ahlakıyla süslü ise tüm hareketleriniz ve konuşmalarınız güzel olur. Aksi olursa hareketleriniz, amellerini ve sözlerinizin güzel ve iyi olması mümkün değildir. O halde en çok önem vereceğiniz şey kalbinizin sağlığı yani kalbinizin ıslah edilmiş ve temizlenmiş olmasıdır. Henüz küçüksünüz, nefsi arzularınız az, şeytan sizinle fazla uğraşmıyor ve kötü bir çevrenin içinde değilsiniz. Ama büyüdükçe nefsi arzularınız artacak, şeytan sizinle daha fazla uğraşacak ve çevrenizde birçok kötü ya da İslam’dan uzak insanlar olacak. İşte asıl o zaman nefsinizle, şeytanınızla ve kötü çevre ile mücadeleniz başlayacak. Kalbinize önem verirseniz Rabbim bu mücadeleyi kazanmanıza yardım eder ve sonunda inşallah cennetlik olursunuz. Kalbine önem vermeyip dünya malına-mülküne ve dünyevi mevki ve makamlara önem verenlere Allah bu mücadelede yardım etmez ya da az eder ve sonunda imtihanı kaybedip cehennemlik olurlar. En çok korktuğunuz Allah’ın razı olmadığı bir insan olmak ve cehenneme girmek olmalıdır.

Oğlum ve kızlarım! Bir atasözü vardır; “Doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlar” diye. İşte benim başıma gelen de o. Ama merak etmeyin her zaman onuncu köy vardır. Bilin ki biz yeni bir yol veya fikir uydurmadık. Yolumuz peygamberlerin yoludur. Onların başına daha beterleri geldi. Onlara da iftiralar atıldı, birçoğu vatanını bırakıp hicret etmek zorunda kaldı, bir kısmı da şehit edildi. Hayatları mücadele ile geçti ama haklı davalarından hiç geri adım atmadılar, sonuna kadar hakkı ve doğruları söylemeye devam ettiler.

Peygamberlerin davası “Tevhid Davası” idi. Bizimki de öyle. Zaten insanların yeni bir yol veya ideoloji uydurmaya hakları yoktur. Allah insanlara neye inanıp nasıl yaşayacaklarını öğretmedi mi ki insanların yeni fikirler ve hayat tarzları uydurmaya hakları olsun? Tevhid, Allah’ın sadece var ve tek oluşu manasına gelmez. Tevhid, Allah’tan başka hiçbir ilahın, Allah’ın kanunlarına aykırı kanun koyma yetkisine sahip olmadığı ve Allah’tan başka itaat edilecek makamın olmadığı manasına gelir. Yani Tevhid inancına göre sadece Allah’a itaat ve ibadet edilmelidir.

Tarih boyunca, kâinatı ve insanları yaratmadığı, tüm varlıkları idare etmediği ve rızıklarını vermediği halde Allah’ın yol gösterme hakkını ve yetkisini ele geçirmek isteyen krallar ve idareciler hep var olmuştur. Yani “Allah’ın dünyasında Allah’ın dediği olmalı!” diyenlerle “Hayır, bizim dediğimiz olur!” diyenlerin mücadelesi hiç bitmemiştir ve kıyamete kadar da devam edecektir. Hâlbuki her şeyin sahibi ve idarecisi, yaratıcımız ve rızkımızı veren Allah (cc) olduğuna göre onun dediğinin olması gerekmez mi? Ayrıca her şeyi en iyi bilen, ilmi sonsuz olan ve insanları en iyi tanıyan Allah olduğuna göre O’nun dediğinin olması gerekmez mi?

İnsanlar; acizliklerini, insanı tanımadıklarını, çamurdan yaratıldıklarını unuttular ve yeni yeni hayat tarzları meydana getirdiler ve böylece dünyada huzuru bozdular, suçları çoğalttılar, bunalımlı bir dünya meydana getirdiler. Hırsızlığın, haksızlığın, namussuzluğun, uyuşturucunun, intiharların, cinayetlerin ve terörün çok arttığı bir dünya! İşte böyle olmasın diye Allah (cc) kitaplar ve peygamberler göndermişti. Ama insanlar Allah’ın kitabını ve hükümlerini beğenmediler ya da işlerine gelmediği için terk ettiler ve çok sorunlu bir dünya meydana getirdiler. İşte bizim mücadelemiz bununla. Allah’a itaat edilen, huzurlu, ahlaklı bir toplum ile dünya saadetini elde ettiği gibi Allah’ı razı ettikleri için ahiret saadetini de elde eden bir toplum meydana getirmek. Bundan başka bir hedefimiz olmadı ve inşallah olmayacak.

Evlatlarım! Davamız budur, doğrudur ve haktır. Bu davayı ve tevhid inancını akıl da kabul eder, vicdan da. Akıl kabul eder çünkü akıl insanı en iyi tanıyanın Allah olduğunu, her şeyi en iyi bilenin Allah olduğunu, insanların Allah (cc) gibi bilmelerinin mümkün olmadığını anlar. O halde O’nun dediği olmalı der ve Allah’a teslim olur. Vicdan da kabul eder çünkü vicdan, bir şeyin sahibi kimse onun dediğinin olması gerektiğini, başkasının o şey üzerinde yetkisinin olamayacağını kabul eder. O halde insanlar Allah’ın kulları olduğuna göre başkalarının dediği gibi ya da kendi kafalarına göre değil, Allah’ın dediği şekilde yaşamalıdırlar. Bu inançta yanlış görebilen varsa çıksın söylesin!

Evlatlarım! Bilin ki alnımız aktır. Çok şükür utanacağımız bir şey yapmadık. Ömrüm boyunca Kur’an’ın mesajını anlatmaktan başka bir şey yapmadım. İnsanları terörden, haramlardan ve her türü kötülükten uzak tutmaya çalıştım. Hayırlı bir nesil meydana gelsin diye gece-gündüz gayret ettim. Siz de buna şahitsiniz. Ama kaderin cilvesine bakın ki “terör propagandası” yapmaktan tutuklandım. Yıllardır terörü lanetleyen, terör haramdır diyen, terör yoluyla hak aranmaz, suçsuz günahsız asker-polis-sivil öldürülmez, böyle dava olmaz diyen beni bu iftira ile tutukladılar ve hayatımı zehir ettiler. Bazı yanlışları ve haksızlıkları tenkit ettiğim için bana bunu yaptılar, susturmak istediler. Görüşlerini açıklamak suç olmayınca “terör propagandası” diyerek tutukladılar. Hâlbuki ben bütün terör örgütlerini yıllarca lanetlemiş, İslam’a ve milletimize zarar verdiklerini açıklamış birisiydim. Yaptığım tenkitler ise Allah rızası için yapılmış ve iyi niyetli tenkitlerdi.

Bana bunu yapanlar bilsinler ki ben burada her ne kadar acı çekiyorsam da diğer taraftan inşallah her saniye sevap kazanıyorum ve inşallah günahlarım bağışlanıyor. Ama iftiralarla beni buraya gönderenler ben acı çektikçe ve burada bulunduğum müddetçe günah kazanıyorlar. Bu dünyanın mahkemeleri ve kararlarından daha önemli olan “mahkeme-i kübra” yani “büyük mahkeme” yani “kıyamet gününde Allah’ın mahkemesi”. Zalimlerle ve iftiracılarla orada görüşeceğiz. Biz ahirete ve Allah’ın adaletine iman eden Müslümanlarız. Biz hapiste hak davayı savunmanın onurunu yaşarken iftiracılar iç âlemlerinde utancı yaşayacaklar ve belki bugün belki yarın bizim zindanda çektiğimiz acıdan daha çoğunu çekecekler. Biz inşallah mahkeme-i kübrada kazanırken onlar kaybedecekler. Bizi “F” tipine koyanlar orada “C” tipine yani cehenneme girecekler. F tipinin verdiği acı ile cehennemin verdiği acı kıyaslanabilir mi? Bana yaptıklarına rağmen yine de tevbe edip cehennemden kurtulmalarını temenni ederim.  Çünkü acı çok zor.

Evlatlarım! Bana düşen iftira ile zindana atılan Hz. Yusuf (AS) gibi sabretmek ve size düşen de evlat acısıyla yanıp tutuşan Hz. Yakup (AS) gibi sabretmektir. Kaderimiz böyle yazılmış. Allah’ın lütfu da hoştur, kahrı da hoştur. Bunun sonunda ve inşallah kısa sürede güzel günler gelecek ve güneş doğacaktır. Sizleri küçük yaşta böyle bir acı ile başbaşa bırakmak istemezdim ama Allah’ın takdiri buymuş.

Son olarak sizlere söylemek istediğim; namazınıza, Kur’an okumaya ve ahlakınıza dikkat edin. Anneniz de benimle birlikte zor günler geçiriyor, onu üzmeyin. Annenizin değerinin bilin. Zindanın acılarına önce Rabbimin sonra annenizin desteğiyle dayanabiliyorum, bunu unutmayın. Babaannenize abdest aldırın, namazı hatırlatın, Kur’anı’nı verin okusun. İsteklerini yerine getirin. Beni seviyorsanız beni doğuran, büyüten ve üzerimde çok hakkı olan annemi de sevin. Ben nasıl sizlere 7 yaşına geldiğinizde namazı ve sonra yavaş yavaş Kur’an’ı öğrettiysem siz de şimdi 7 yaşındaki kardeşiniz Besra’ya öğreteceksiniz, okul derslerine yardım edeceksiniz. Birbirinize destek olun, yardımlaşın ve herkese örnek olun. Dualarınızda beni, diğer abilerinizi ve tüm mazlum Müslümanları unutmayın.

Ben sadece sizin babanızım. Sizi yaratan, rızkınızı veren, büyüten ve sizi koruyan Allah’tır. Allah sizi benden daha iyi koruyacaktır. Sizi Allah’a emanet ediyorum. Es-Selamu aleykum ve rahmetullahi ve berekâtuhu
Babanız
Alparslan Kuytul
Bolu F Tipi Cezaevi





5 Mayıs 2018 Cumartesi

Çok Kıymetli Eşim Alparslan Hocam'dan Gelen İlk Mektuptan Bir Kaç Kesit:



Elhamdülillahi Rabbil alemin. vessaletu vesselemu ale rasuline muhammedin ve ale elihi ve sahbihi ecmain..
…..
Allah (c.c.) beni burada mecburi halvete girdirdi, yalnız kendisiyle başbaşa kalayım diye. Biliyorsun halvet 40 gündür. Gözaltına alındığımdan itibaren 40 gün dolana kadar sadece okumak, zikretmek, namaz kılmak, Kur’an okumak, tefekkür etmek istiyordum. Bir şeyler yazmak hatta yazmayı düşünmek bile bana sıkıntı veriyordu. 40 gün dolduktan sonra bir şeyler düşünme ve yazma isteği canlandı. Şu anda da yazmaktansa okumayı, zikri ve tefekkürü tercih ederim ama en azından yazmak artık işkence olmaktan çıktı. Ayrıca gerektiğinde yazmak da konuşmak gibi bir vazife.
Ama itiraf etmeliyim ki günüm günümü, saatim saatimi tutmuyor. Bazen kısmen rahatlıyorum, okuyabiliyor ve yazabiliyorum ama bazen de ruhumda şiddetli daralma hissediyor ve hiç bir şey yapamaz hale geliyorum. Tek olmak Allah’a yakışır ve ben bugün 86 gündür bir odada tek başımayım. Hakkımda daha iddianame bile hazırlanmamış ve bir kez bile mahkemeye çıkmamışken ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası almış gibi muamele görüyorum. Hatta onlardan da ağırını. Çünkü ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası almış olanların birçoğu oda eksikliği bahane edilerek iki kişi olarak kalıyorlar. Havalandırmaya çıkarıldıklarında birkaç kişi olarak çıkıyorlar ve her gün sohbet edebiliyorlar. Ben ise hem odada tekim hem de havalandırmada.

….

Benim yan odamda PKK’cılar kalıyor ve üç kişiler. Biri müebbet almış diğeri 30 yıl. Onlar bile yalnız kalmıyorlar. 10 kişilik sohbet grubuna çıkıyorlar, 3 saat kadar sohbet ediyorlar, spora gidiyorlar. Meğer ben Kur’an’ın mesajını anlatmakla ve hükümeti sadece bazı temel konularda ve iyi niyetle tenkit etmekle ne büyük suç işlemişim! Müebbet hapis alan PKK’cılara yapılmayan bana yapıldığına göre… Neyse ki kıyamet var, neyse ki mahkeme-i kübra var!

Son 3-4 yıldır konuşmalarımın başını sonunu kırpıp manasını bozduktan sonra internete ve medyaya servis eden alçaklar herhalde şimdi mutludurlar. Çünkü maksatlarına ulaştılar ve planlarını gerçekleştirdiler. Ancak bu onların planı, bir de Allah’ın planı var. Ya bu musibeti veren Allah (c.c.) bundan sonrasında bizim için çok daha güzel gelişmelerin olması için verdiyse. Ya böyle bir olay olmadan yıllar da geçse önemli ve hayırlı gelişmeler olmayacaktıysa.

Mevlana’nın dediği gibi;

“Ayağın kırıldı diye üzülme! Allah senden aldığı ayak yerine belki sana kanat verecek!”

İnşaallah Rabbim hem ayağımızı iyileştirecek hem de kanat verecek, bast-ı zaman ve tayy-ı mekân gerçekleşecek, az zamanda çok mesafe alınacak, zaman sündürülecek ve dava tüm mekânlara hızla yayılacak, yeryüzü adeta dürülecek, küçülecek!

Namert düşmanlarımızın planlarında hiçbir zaman Allah faktörü yoktur. Hâlbuki O, tüm planlardan haberdardır. Sonsuz kudreti ve hikmeti ile her olayda vardır ve her zaman müdahildir. Ama zalimler bunu bilmezler ve olayların istedikleri şekilde gerçekleştiğini zannederler. Hâlbuki Kur’an buyurur ki; “Biz onları bilmedikleri yönlerden derece derece azaba yaklaştıracağız.”

Mektuplarında biz Emniyet nezarethanesinde iken 10 gün boyunca gece-gündüz dışarıdaki çırpınışlarınızdan ve oradan ayrılmayan yüzlerce arkadaştan bahsetmişsin. Biz içeride sıkıntı içinde iken sizin dışarıda rahat edemeyeceğinizi biliyorum. Bizim için dua eden, sıkıntı çeken, ağlayıp gözyaşı döken, uykusuz kalan ve zayıflayan başta sen olmak üzere tüm kardeşlerime teşekkür ediyorum. Rabbim inşallah çektiğiniz sıkıntıları size mükâfat olarak döndürecektir. Dostun gerçeği ve sahtesi böyle zamanlarda belli olur. Dostun gerçeğine de sahtesine de aynı değeri vermemek icab eder. Böyle bir davranışta dostluğa aykırıdır. Dostun gerçeğine de sahtesine de aynı değeri verenlerden gerçek dost olmaz. Çünkü öyleleri temyiz kudreti olmayan, gerçeği ile sahtesini ayırt edemeyen körlerdir.

Mektubunda gözaltına alınıp götürülürken sizleri “Allah’a emanet etmenin huzurunu duyup duymadığımı” sormuşsun. Kur’an-ı Kerim “Allah Mü’minlerin velisidir” buyurur da ben nasıl Allah’a emanet etmenin huzurunu duymam. Hakiki koruyucu ve gerçek fail Allah değil midir?
Mektubunda “Sizsiz olmak ağır bir yükmüş” diyorsun. Tahmin edebiliyorum. Ancak ağır yükler taşımadan insan kabiliyetleri nasıl gelişebilir ve insan nasıl dereceler kazanabilir ki. Hapishanede olmam inşallah yalnız bana değil sizlere de çok şey kazandıracaktır. Ayrıca Allah’tan taze iman istememiş miydik? Bir şey istediğimizde bedelini ödemeye de hazır olmalıyız. Taze iman çok pahalıdır, bedelini ödemeyenlere verilmez. Biz hem hakkı söylemenin hem haksızlıkları reddetmenin hem tembelliklerimizin ve günahlarımızın hem verilmesini istediğimiz taze imanın ve hem de ileride verilecek nimetlerin ve gelecek baharın bedelini ödüyoruz. Aslında bu kadar çok şey için ödediğimiz bedel küçük bile kalıyor. Bu da Rabbimizin rahmetini, şefkatini ve cömertliğini ispat ediyor.

….

Zindan bir taraftan çok sıkıntılı bir yer iken diğer taraftan da en güzel ve en onurlu yerdir. Eğer zindana girişiniz hak dava uğrunda ise, kula kulluğu reddettiğiniz ve “Allah’ın dünyasında Allah’ın dediği olmalı” dediğiniz içinse, haksızlıkları reddettiğiniz ve mazlumları savunduğunuz içinse, haksızlık karşısında susan dilsiz şeytan olmamak içinse, güçlülere yalakalık yapmayıp hakkı söylediğiniz içinse bir taraftan sıkıntı çekseniz bile diğer taraftan zindan en büyük onuru ve mutluluğu duyduğunuz yer olur. Kabir, kâfir ve fasıklara azab yeri olurken iman edip salih ameller işlemiş olanlara cennet bahçesine dönüştüğü gibi. Sıkıntısı geçer gider geride lezzeti kalır.

….

Emanetleri zayi etmeyen Allah’a emanet olun. İbadetlere, zikrullaha ve okumaya ağırlık verin.Tüm akrabalara ve arkadaşlara selamımı ilet.. Esselamu Aleykum.
Alparslan Kuytul



15 Nisan 2018 Pazar


HEPİMİZ ELHAMDÜLİLLAH MÜSLÜMANIZ!

DARBELERE KARŞI OLDUĞUMUZ GİBİ FİTNELERE DE KARŞIYIZ! 

Kıymetli kardeşlerim!

Bu yazım; evinden atıldığı için sokakta bekleyen öğrenci kardeşimizin açtığı pankartta “… değiliz, fetö değiliz, Biz Müslümanız” ifadesinden dolayı rahatsızlık duyan ve benden cevap bekleyenler içindir.

Fetö kelimesinden dolayı çok mağduriyet yaşayan sizler, haklı olarak bu ifadeden rahatsız oluyorsunuz.

Öncelikle şuradan başlayayım şu içinde bulunduğumuz sıkıntılı süreçte ne zaman bir paylaşım yapsak altına yazılan yorumlarda şunu görüyoruz: “Siz bizim kadar mağdur edilmediniz. Biz çok daha ağırlarını yaşadık…”

Evet, bunun gibi yorumlar yazanlar sonuna kadar haklı biz bahsedilen konuda onlar kadar mağduriyet yaşamadık.

17 ay cezaevinde kalıp sonra çıkarıldığı ilk mahkemede tahliye (!) edilmek, ya da hala ilk mahkeme gününü beklemek çok zordur mutlaka…

Ya da hastaneden alınıp cezaevine götürülmek, ya da anne babası cezaevine atılıp çocukların ortada kalması veya çocuk esirgeme kurumuna verilmesi.

Gözünü hapishanede açan bebeklerin hali ve hala hapishanelerde tutulan yüzlerce bebeğin-çocuğun dramı.

Ya da Fetöcüsün denilerek görevinden ihraç edilip, sadece görevinden, ihraç edilmekle kalmayıp toplumda, akrabaları arasında da vebalı muamelesi görmek…

Daha sayamayacağım nice mağduriyetler…

Açık söylemek gerekirse biz yaşanılan tüm bu mağduriyetlerin ne kadar acı ve dayanılmaz olduğunun çok da farkında değilmişiz. Çevremizde de bu şekilde sıkıntı yaşayan pek yok aslında. Uzaktan duyduk sadece aslını pek anlayamadık. Sosyal medyadan da tam takip etmedik, böyle olunca yaşananların boyutlarını fark etmek pek mümkün olmuyor.

Ama ne zaman ki biz de yaşadık, şimdi bu tür mağduriyetlere empati kurmak mümkün olur hale geldi. Hatta ben bunun idrakiyle “Alparslan Kuytul Hocaefendi serbest kaldığında bayram etmeyeceğiz” başlıklı bir yazı kaleme aldım. 

Bu sebeple ben bu mağdur kardeşlerimizin tepkilerini anlayabiliyorum. Her fırsatta kendilerini ifade etmeye, yaşadıkları acıları paylaşmaya çalışıyorlar…

Biz de son 4-5 yıldır kendi açımızdan çeşitli sıkıntılarla boğuşuyorduk. Bundan toplumdaki başka kesimlerin pek haberi yoktur muhtemelen… Belki sadece konferanslarımızın engellendiği duyulmuştur ama arka planda yaşadığımız ciddi sıkıntıları, çetin mücadeleyi farketmeleri elbette zor. Biz 4-5 yıldır İslami Davet ve Tebliğ mücadelesi veriyoruz. Yıpratıcı bir sinir savaşının içindeydik. Burada şimdi anlatamayacağım daha başka sıkıntılar, ardı arkası kesilmeyen iftiralar, toplumdan dışlanma çabaları, tuzaklar, hatta tehditler… Bunlardan da kimsenin hakkıyla haberi olduğunu sanmıyorum. Her zaman olduğu gibi ateş düştüğü yeri yakıyor. Buna rağmen Alparslan Kuytul Hocaefendi farkına vardığı konularda hangi kesim olursa olsun Kur’an ve Sünnete göre doğruya doğru, yanlışa yanlış demekten, zulüm olan konularda mazluma destek vermekten çekinmedi. Kimin hakkını savunsa zifiri bir cehaletle hemen şucu, bucu dediler. Bu manada bazen “fetöcü”, bazen “pkkcı” hatta Cumhurbaşkanı Rus uçağı için özür dilemeden önce “Rus uçağının düşürülmesi yanlıştı” dediğinde “rusçu” bile dediler. Yani istediler ki asla yanlışa yanlış, zulme zulüm demesin. O da vazgeçmedi söyleyeceği doğruları gür bir sesle söyledi. Şimdi ise doğruları konuşmanın, mazlumları savunmanın bedelini toplumdan tecrit edilip bir insan yüzüne hasret bırakılarak ödüyor!

Biz de herkes gibi 15 Temmuz gecesi 248 cana kıyanları elbette lanetliyoruz. Darbe gecesi daha hiç kimse açıklama yapmamışken darbeyi ilk kınayanlardan biri de Alparslan Kuytul Hocaefendidir. Darbeden birkaç gün sonra darbeyi kınamak için miting yapan da yine Hocaefendidir. Ama darbeyi gerçekte kim yaptı, askeri ayağı kim, siyasi ayağı kim, bu kanlı gecenin gerçek failleri kim! Bunlara karar vermek elbette ki bizim işimiz değil! Ne işin iç yüzünü biliriz ne de ortada adı geçen şahısları tanırız.

Ama şahıs şahıs olmasa da genel portrede suçluyu suçsuzu ayırt edebilmek elbette ki mümkün! Darbeci diye cezaevine alınan orada maddi ve manevi işkence gören sonrasında suçsuz olduğu tespit edilip salıverilenlerin hakkını elbette Rabbim Mahkeme-i Kübra’da soracak.  Ya da o gece darbeci damgası vurulup linç edilerek öldürülen er statüsünde ve hiçbir şeyden haberi olmayan gencecik askerlerin kanı Rabbim katına kaydedildi. Allah Azze ve Celle hassas terazisiyle haksız yere akıtılan her damla kanın hesabını soracak.

FETÖ meselesine gelince, şimdi olaya biraz objektif bakıp bu kelimenin Türkiye’de kanunen ifade ettiği anlama bakalım. Hakkında kanun çıkarılan ve yargı kararlarıyla somutlaşan konularda artık senin ne düşündüğünün benim ne düşündüğümün önemi kalmıyor. Kanun ve Yargıtay ona bir mana yüklüyor.

Kanunun ve Yargıtayın yüklediği manayı yeni bir mahkeme kararı dışında şu anda kimse değiştiremez.

Öncelikle bir örgütün terör örgütü olarak kabul edilmesi için bu konuda bir mahkeme kararının olması gerekir. Siyasilerin, MGK’nın, ya da medyanın bir yapıyı, terör örgütü olarak nitelendirmesi yeterli değildir. Yaptığım araştırmalarda Yargıtay kararlarına göre ”bir kişinin terör örgütü üyesi olarak kabul edilebilmesi için; bu kişinin örgüte bilerek ve isteyerek katılması, katıldığı örgütün niteliğini ve amaçlarını bilmesi, o terör örgütünün bir parçası olmayı kabul etmesi gerekmektedir. Örgüte üye olan kimse bir örgüte girerken örgütün kanunun suç saydığı fiilleri işlemek amacıyla kurulan bir örgüt olduğunu bilerek üye olmak kastı ve iradesiyle hareket etmelidir.” Buna göre eğer bir kişide terör örgütü üyesi olma iradesi yoksa o kişi örgüt üyesi olarak nitelendirilemez. Buna göre 15 Temmuz darbe girişimini planlayan bu darbeye katılan ve darbenin yapılacağından haberi olup bu darbeyi destekleyen kişiler FETÖ üyesi olarak kabul edilmiştir. Ancak FETÖ soruşturmaları, darbeyi yapan kesimle sınırlı kalmamış zamanla Gülen camiasına uzaktan yakından bağlantılı olan herkese sirayet etmiş ve darbeyle alakası olmayan binlerce insanın terör örgütü üyesi olarak nitelendirilmesine sebep olmuştur.

15 Temmuz darbe girişiminin Fethullah Gülen ve camiası tarafından gerçekleştirildiğinin kabul edilmesi üzerine bu camia ile yakından uzaktan, eskiden sonradan irtibatı olan herkes bu kasırgadan nasibini almıştır. Hâlbuki bu camia vakti zamanında, gayet meşru bir zeminde ve bizzat devlet desteği ile ilerleyen bir yapı olduğu için, içine dâhil olmayan, uzaktan ya da yakından alakası olmayan insan sayısı azdır.

Şimdi hep beraber geçirdiğimiz yaklaşık iki yıllık sürece bir bakalım. Bu ülkede FETÖ kelimesi ne anlama geliyor!

Bu kelimeden senin ne anladığının benim ne anladığımın artık bir önemi kalmamış ve birçok mahkeme kararıyla FETÖ’nün terör örgütü olduğu kabul edilmiştir. Bu terör örgütünün kapsamına kimlerin gireceği de yine Yargıtay tarafından belirlenmiştir. Yargıtay bir kararında bu yapıyı yedi katmana ayırmış ve özellikle birinci ve ikinci katmanda yer alan bu yapıya iman ve gönül bağıyla bağlı olan, okul dershane, yurt, banka vb yerlerde görevli olan, bu yapının sohbetlerine katılan kişilerin FETÖ üyesi olarak nitelendirilemeyeceği belirtilmiştir. Ancak yürütülen soruşturmalara baktığımızda davaların büyük bir kesimini o camianın tabanında yer alan; dini duygularla o camianın içinde bulunmuş, okul, dershane, yurt vb kurumlarda çalışmış darbeyle alakaları olmayan Gülen camiasına sempati besleyen kişilerden oluştuğunu görüyoruz. Yelpazenin bu kadar geniş tutulması da asla iyi niyetle izah edilemez. Bu şekilde insanlar artık neredeyse namaz kılarken görünmekten bile korkar hale getirilmiştir ve bu durumun kimin işine yaradığı da bellidir.

Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının hazırladığı FETÖ/PDY Çatı iddianamesinde FETÖ ile hizmet hareketi net bir şekilde ayrılmıştır. İlgili iddianamede cemaat mensubu ile terör örgütü üyesi ayrımı şu şekilde belirtilmiştir:
“ …cemaatin inançlı, temiz, bütün işlerini Allah rızası için yapan samimi mensupları, kasten bir suça karışmadıkları sürece ceza hukukunun alanı dışındadır. Sırf bu harekete mensup olmak, cezalandırma için yeterli değildir…”

Bu durumda kıymetli kardeşim ben de FETÖ değilim sen de FETÖ değilsin!

Dolayısıyla bu kelime artık bir kalıptır ve içine girdirilenler, mahkeme kararıyla direk terör suçlamalarıyla karşı karşıya kalmaktadırlar.

Ama yine takdir edersiniz ki 15 Temmuz sonrası aynı (darbeci) yafta(sı) ile derdest edilmek istenenlerden biri de biz yani Furkan vakfı gönüllüleridir. Ortada dolaşan laflar hala devam ediyor. Bu ülkede Müslümanları istemeyenler, yok bir gün önce Cumhurbaşkanına ‘kalemi kırılmıştır’ demiş yok o gece ‘darbeye hayırlı olsun’ demiş gibi çarpıtma bilgiler ve kırpılmış videoları kullanarak bizi de aynı kalıba girdirip bize de ‘darbe taraftarı’ damgasını vurup hepimizi birden yok etmeye çalıştılar.. Ama ne hizmet hareketi ile öncesinde bir iltisakımız ne de darbeyle bir ilişiğimiz olmadığı videolar ve delillerle ispatlı olunca bu planları bozuldu.

Dolayısıyla şunu çok iyi anlamamız lazım ki bu ülkede bir taraftan Müslümanların varlığına dayanamayan karanlık güçler diğer taraftan ise muhalif her sesi susturmak isteyenler 15 Temmuz darbe girişimini iyi değerlendirmeye çalıştı. Birçok Müslüman bu kavram altında cezalandırılırken toplumun geri kalan kesimi ise korkutulmak suretiyle Müslümanlardan uzaklaştırıldı.

Öğrenci kardeşimizin yaptığına gelince; bu tamamen kasıtsız olmak suretiyle, Türkiye’de mevcut olan (yukarda anlattığımız) algı üzerinden ve vurulan bu damgaya atıfta bulunarak biz fetö değiliz manasındadır.

Yani biz PKK değiliz, IŞİD de değiliz o vurulduğu takdirde hayatları karartan yafta olan FETÖ de değiliz. Sadece Müslümanız. (O öğrencinin “…sadece Müslümanız” diye yazması diğer kesimleri kâfir gördüğü manasına da gelmez.) Biz şucu bucu olarak değil sadece Müslüman olarak adlandırılmak istiyoruz manasındadır. Yukardaki açıklamalar doğrultusunda “biz de sizin gibi normal vatandaşız” diyenler de FETÖ değildir!

O halde o kanlı gecede darbeye kalkışan, bile isteye halkımıza ateş edip 248 cana kıyan, en baştan beri bu hain planın içinde olan ve bu hain darbeyi bilerek ve isteyerek destekleyenler (ki onlar kimlerse yakında daha net ortaya çıkacaktır) işte bunlar dışında kimse FETÖ değildir! Artık FETÖ dendiği zaman yazdığımız bu vasıflara sahip olanlar üzerine alınsın sadece! Bunu ben değil bu konudaki mahkeme kararı söylemektedir.

Hizmet hareketinin içinde samimi duygularla bulunmuş vatanına milletine hizmet şuuruyla çalışmış olanlar bu kavramı üzerlerine alınmasınlar. Onlar fetö diye itham edildikleri ve bunun üzerinden zulme uğradıkları için yaralılar ama 15 Temmuz sonrası zihinlere kazınan ve çok hayatların üzerine kâbus gibi çöken böyle bir kavram var ve bu gerçeği de görmezden gelemeyiz. Bu damga ile nice hayatlar karardı. Canlar gitti, birbirine iftira atanlar, ispiyonlayanlar hatta çekip vuranlar… Alparslan Kuytul Hocaefendi’nin de dediği gibi öyle bir bahane buldular ki bununla istemedikleri her sesi susturuyorlar. O halde hakikatte terörle alakası olmayanlar bunu üzerlerine almasınlar. Bundan kasıt bu camianın isminin fetö olması değildir artık ve tekrar söylüyorum o gece, o kanlı olayda payı olan, o kanlı darbe girişiminin gizli veya açık planlayıcılarını ve buna bilerek isteyerek destek olanları, kapsamaktadır bu kelime…

Ben darbenin ertesi günü attığım tweette “Allah samimi olan bütün Müslümanları kurtarsın” dediğim için bir çok haber sitesi iftira ile manşet attı: “Alparslan Kuytul ve karısı darbeye destek verdi” diye.. o Tweeti atarken böyle diyecekleri aklıma gelmedi değil ama bu arada darbeyle ilgisi olmayan birçok Müslümanın canının yanacağını düşünmek bana o duayı yaptırdı bu sebeple bunu yazmaktan çekinmedim. Hâlbuki o esnada durum henüz bu kadar belirgin değildi ve hatta ‘mağdurlar var’ demek bile suç sayılıyordu. Sonraları Cumhurbaşkanı bile yürütülen soruşturmalar neticesinde mağduriyetlerin oluştuğunu ifade etti. Telefonunda bylock olduğu iddiasıyla mesleğinden atılanlardan 11.000 kişinin bylock kullanıcısı olmadığı tespit edildi ve bunların bir kısmı görevlerine iade edildi. İçinde muvazzaf askerlerinde olduğu binlercesi görevine iade edildi. Ha bu durum kaybedilenleri geri getirdi mi hayır elbette! Gerek cezaevinde gerek dışarda bu zulümden nasibini alanların bir anının bile telafisi mümkün değildir. Bu konuda payı olanlar yeri geldiğinde bir özürle kurtulamazlar. Tazminat bile ödeseler kayıplar geri gelmez. En başta adalet sarsılmayacaktı! Adaleti sarsanlar bundan sorumludur. Bu dünyada ne olur bilemem ama ahirette Allah Azze ve Celle hesabını elbette soracaktır ve Allah hesabı çetin olandır.

Birbirimizi eleştirdiğimiz noktalar olabilir ama şimdi yapmamız gereken Kur’an ve Sünnete bağlı kalmak suretiyle kardeşliğimizi muhafaza etmek ve kurulan tuzaklara inat tüm Müslümanlar olarak dinimize ve birbirimize daha çok bağlanmaktır.

Allah’a emanet olun.